Bu çalışma Ülkü Ocakları Eğitim ve Kültür Vakfı Dergisinin Mart 2010 sayısında yayımlanmıştır...
SOLİDARİZM
NEDİR?
Mehmet
Ziya GÖKALP için; Toplumsal Dayanışma Düşüncesinin,
Mustafa
Kemal ATATÜRK için; Cumhuriyet İlkeleri’nin,
Alparslan
TÜRKEŞ için; Doktriner Hareket’in, kaynaklarından birisi...
Türk
Kültürünün ve İslam Dininin sosyal hayata ilişkin kurallarının yabancı bir
dildeki ifadesi...
Fransız
Toplum Biliminin kurucusu kabul edilen Emile Durkheim’in (1858 – 1917) ortaya
koymuş olduğu ve büyük Türkçü Mehmet Ziya GÖKALP (1876 – 1924) tarafından Türk
Milleti’nin öz değerleri ile yoğrulan anlayışın adıdır: “Solidarizm”.
Dilimizdeki karşılığı ‘Dayanışmacılık’ olarak ifade edilen bu kavram
Cumhuriyet Türkiye’sinin üzerine bina edildiği ve Mustafa Kemal ATATÜRK
tarafından ortaya konulan temel düşüncelerin de kaynaklarından biridir. Aynı
zamanda Ülkücü Hareketin esas görüşlerinin ve programının ifadesi olan ve
Başbuğ Alparslan TÜRKEŞ tarafından kaleme alınan ‘9 Işık Doktrini’ndeki
fikirlerin de bir parçasıdır.
Fransızcada
‘Solidarite’ kelimesi ile ifade edilen bu kavram Toplumsal sorunların
içinden çıkılmaz hale geldiği bir dönemde Fransız Toplum Bilimci Emile Durkheim
tarafından söz konusu sorunları ortadan kaldırma ve toplumsal huzuru sağlama
amacına hizmet yönünde ortaya konulmuştur. Durkheim’in Solidarizm düşüncesi 19.
Yüzyılda etkili olan ve toplumun dertlerine çözüm üretmek bir yana yeni
sorunlar türeten düşünce sistemlerinin eleştirisi olarak ortaya çıkmıştır.
Marksist Sosyalizmdeki sınıf kavgalarını veya özel mülkiyete sınırsız devlet
müdahalesini ya da Kapitalizmdeki zenginin servetine servet kattığı ve fakirin
daha da fakirleştiği sınırsız mülkiyeti veya bunlar gibi toplumsal huzuru ve
dayanışmayı zedeleyip, toplumu çatışmaya iten anlayışları kabul etmemektedir.
Bilindiği
gibi Marksistlere göre bir toplumda mutlak surette toplumsal sınıflar olacak,
bu sınıflar arasında bir kavga bir mücadele yaşanacak, bu mücadele sonrasında
işçilerin oluşturduğu sınıf devrim yapacak, sonra bir anda sınıfsız, özel
mülkiyet hakkının olmadığı, sosyalist/komünist, herkesin elindekiyle yetindiği
ya da yetinmek zorunda bırakıldığı huzur dolu(!) bir toplum ortaya çıkacaktır.
Kapitalizmin olmazsa olmazı ise sahip olduğu iktisadi güç ile bireyler ve tabi
ki toplum üzerinde baskı unsuru ve iktidar sahibi olma çabası içerisindeki
sermaye sahipleridir. İşte solidarizm (dayanışmacılık) bu ve benzeri düşünceler
yerine daha dengeli ve daha toplumcu, dayanışmacı bir sistem öngörmektedir.
Auguste
Compte’un fiziği veya Herbert Spencer’in biyolojiyi kullanarak birey temelli
bir Toplum Bilimi anlayışı sergilemelerine karşılık Emile Durkheim Solidarite
kavramı ile Toplumu ve Toplumsal olayları yine Toplum temelli olarak
irdelemiştir. Ona göre; “Toplumsal olay bireye bağlı, bireyle başlayıp
bireyle biten bir süreç değildir. Toplumsal olay bireyi aşkındır, birey ona
katılır ve her birey için toplumsal olaya katılmak kaçınılmazdır. Çünkü
toplumsal olaylar genel, zorunlu bireyi ve bireyler arası ilişkileri belirleyen
Din, Ekonomi, Hukuk, Ahlak, Siyaset, Bilim ve Sanat türünden olaylardır.”
Bu
bağlamda genel hatlarıyla ve kısaca Solidarizm;
- Toplumu sınıflara bölmeden, ayrıştırmadan; iş bölümü anlayışı içerisinde bir arada tutma ve karşılıklı işbirliğini sağlama düşüncesidir. Sınıfsal çatışmayı değil, mesleksel farklılaşmayı ve uzlaşmayı kabul eder.
- Katıksız, manevi temele dayanmayan bilimselliği ve dogmatik, bilimsellikten uzak dinselliği reddeden, ikisinin arasında bir uyumun varlığını savunan bir orta yoldur,
- Serbest teşebbüslere ve özel mülkiyete engel olmadan, gerektiği durumlarda devlet müdahalesini öngören bir düşüncedir. Temel hizmetlerin, ihtiyaçların devlet tarafından yerine getirilmesini, karşılanmasını savunur.
- Sosyalizm ile liberalizm arasında daha ılımlı, daha dengeli; Müslüman Türk Milleti ve Türk Devleti için en uygun olan bir üçüncü yoldur.
Emile
Durkheim’in bu görüşlerini en iyi ve en doğru bir şekilde anlayıp Milletimizin
içinde bulunduğu maddi hal ve manevi ruha en uygun sistemi geliştiren Mehmet
Ziya GÖKALP olmuştur. Türk toplumunun geçmişte zaten sahip olduğu, bugün ve bugünden
sonra da sahip olması gerektiği yegâne varlık değerinin Toplumsal Dayanışma
olduğu görüşünü savunmuştur.
Türkçülüğün
Esasları eserinde GÖKALP toplumsal dayanışmanın en önemli unsuru olarak Yurt
Ahlakına sahip olmanın gerekliğinden bahsetmiş bunun bir ifadesi olarak da;
‘Yurt,
ulusal kültürdür. Demek ki yurt, dinsel, ahlaksal, estetik güzelliklerin bir
müzesidir, bir sergisidir. Öyleyse ulusal kültürümüzü bütün güzellikleriyle ne
zaman ortaya çıkarırsak yurdumuzu en çok o zaman seveceğiz ve bu denli şiddetle
seveceğimiz o sevimli yurt uğruna şimdiye değin yaptığımız gibi yalnız tehlike
zamanlarında yaşamımızı değil, barış anlarında da kişisel ve toplumsal
tutkularımızı gözden çıkarabileceğiz.’ demiştir.
GÖKALP’a
göre toplumsal dayanışmanın sağlanması için ikinci unsur ise ‘Uygar Ahlak’tır.
Bu da yurt içerisinde yaşayan her bireye karşı sevgi ve saygı duyguları
besleyerek muhabbet ve hoşgörü ile yaklaşmak şeklinde ifade edilebilir. Bu
konuda da şu görüşleri dile getirmiştir: ‘... Yurdumuzu, ulusumuzu nasıl
seviyorsak, yurttaşlarımızı da öyle sevmeliyiz. Bütün yurttaşlarını sevmeyen
bir kişi, ulusunu da sevmiyor demektir...’
Türk
Milliyetçiliğinin sistematiğini ‘Türkçülüğün Esasları’ eseriyle ortaya
koyma çabası içerisindeki GÖKALP bu eserinde Toplumsal Dayanışma ve huzurun
gerekliliği ve devamlılığı için ‘Yurt Ahlakı’ ve ‘Uygarlık Ahlakı’nın
varlığının ve yükseltilmesinin gerekliliğini ifade ettikten sonra bir diğer
gereklilik olarak da ‘Uğraş Ahlakı’nın geliştirilmesinden
bahsetmektedir.
GÖKALP
eserinde bu konuyu özetle şu şekilde ifade etmiştir:
“Her
ulus, toplumsal işbölümü sonucu bir takım uğraş ve uzmanlık topluluklarına
ayrılır. Mühendisler, doktorlar, müzisyenler, öğretmenler, yazarlar, askerler,
avukatlar, tüccarlar, çiftçiler, fabrikatörler, marangozlar, terziler,
değirmenciler, fırıncılar, kasaplar, bakkallar gibi topluluklar birbirine
gereklidirler ve gereksinim duyarlar. Birbirlerine yaptıkları hizmetler, buna
karşı duydukları gereksinimler bir türlü dayanışma değil midir?
Bu
dayanışmanın gerçekleşmesi için ilk başta iş bölümünün ortak bilinci olan bir
toplumda ortaya çıkması gerekir. Farklı uluslardan olup da ortak bilinci
bulunmayan toplulukların iş bölümü, Durkheim’in ifadesi ile ‘karşılıklı
asalaklık’tır.
İkinci
koşul uğraş topluluklarının bütün ülkeyi kapsayan ulusal örgütler biçiminde
örgütlenmelerinden sonra, her uğraş topluluğunda uğraşla ilgili bir ahlakın
kurulmasıdır. Uğraş ahlakı söz konusu uğraş topluluğunun uyması gereken
kurallar bütünüdür. Askerlerin korkak, polislerin düşkün, yargıçların yan
tutan, öğretmenlerle yazarların bilgisiz ve ülküsüz olmaları uğraş ahlakına
aykırıdır. Avukatlarla, doktorların gizliliğe uymaları da uğraş ahlakı
gereğidir. Uğraşsal görevlerin bu yaptırımları her uğraş örgütüne özgü onur
kurallarıdır.
Bireylerin;
uğraş uzmanlarına karşı yaşayışlarını, onurlarını, özgürlük ve çıkarlarını
koruyacak biricik yaptırım, uğraş ahlakı ile ilgili örgütler ve
yönetmeliklerdir ve bunlar var olmadıkça çeşitli uğraşlar arasında gerçek bir
dayanışma var olamaz. Unutmamak lazımdır ki; ulusal dayanışmanın
güçlendirilmesi, toplumsal düzen ve ilerlemenin, ulusal özgürlük ve
bağımsızlığın temelidir.”
GÖKALP
tarafından bu şekilde anlaşılan ve özet olarak böyle ifade edebileceğimiz
‘toplumsal dayanışmacılık’ fikri Mustafa Kemal ATATÜRK tarafından da kabul
görmüş ve hatta Cumhuriyetin ilkeleri arasında yerini almıştır. Neredeyse
Cumhuriyet ilkelerinin tamamına etki eden bu anlayış temelde GÖKALP’ın ifade
ettiği düşüncelerin aynısı niteliğindedir. Mesela Cumhuriyetin temel
ilkelerinden biri olan Halkçılık; solidarizmin devlet felsefesi olarak
aldığı haldir. Sınıf ayrıcalıklarına ve sınıf farklılıklarına karşı olan; hiç
bir bireyin, ailenin, sınıfın, organizasyonun; diğer gruplar üzerinde olmasını
kabul etmeyen bir fikirdir. Halkçılık, Türk Vatandaşlığı fikri etrafında
ortak anılar, ortak kültür ve birlikte bir yarın düşüncesi içerisinde iş bölümü
anlayışı ile hareket etme düşüncesidir. Yine aynı şekilde diğer temel ilkelerde
de bu düşüncenin etkilerini görmek mümkündür.
Ülkücü
Hareketin Başbuğu merhum Alparslan TÜRKEŞ de Ziya GÖKALP’ın Emile Durkheim’den
etkilenerek ortaya koyduğu ve Mustafa Kemal ATATÜRK tarafından da kabul görmüş
olan ‘Dayanışmacılık’ fikrine Dokuz Işık isimli eserinde (1969 Kurultayı
ile Milliyetçi Hareket Partisi parti programı) yer vermiştir.
Dokuz
Işık Doktrini; Türkiye’nin ve Türk Milleti’nin Kapitalist
Emperyalist Amerika ile Sosyalist Emperyalist Rusya arasındaki
mücadelede taraf ve sömürge olmaya zorlandığı ve bu ikilemin herkeste etki
göstermeye başladığı bir dönemde ‘Üçüncü Yol’ olarak Alparslan TÜRKEŞ
tarafından önerilen sistemin adı, ‘Milli Türk Ülküsü’ ve ‘Milli Türk
Doktrini’dir. Türk toplumculuğu da bu Doktriner görüşün önemli bir
parçasıdır. İşte söz konusu Dayanışmacılık kavramı ‘Dokuz Işık Doktrini’nde
Toplumculuk maddesi altında ifade edilmiş bununla beraber diğer Doktrin
maddelerine de etki etmiştir. Eserdeki toplumculuk kavramı Alparslan TÜRKEŞ’in
bizzat kendisi tarafından özet olarak şu şekilde belirtilmiştir:
“Toplumculuk:
Her
çeşit faaliyetin toplumun yararına olacak şekilde yürütülmesi görüşüdür.
İçtimai (Sosyal) Toplumculuk ve İktisadi (Ekonomik) Toplumculuk olmak üzere iki
ayrı bölümü kapsamaktadır.
İktisadi
görüş olarak mülkiyeti esas kabul eden, fakat mülkiyetin millet zararına kötüye
kullanılmasına karşı olan bir görüşü belirtir. Karma ekonomiyi ve ana stratejik
iktisadi faaliyetlerin devlet kontrolünde bulunmasını öngörür.
Sosyal
görüş olarak; sosyal adalet düzeni, fırsat eşitliği, sosyal güvenlik ve sosyal
yardımlaşma teşkilatı kurulmasını kabul eder.”
Görüldüğü
gibi dönemsel şartlar ve gelişimlerin getirdiği farklılıklar dışında Emile
Durkheim’den etkilenen Ziya GÖKALP’ın Toplumsal Dayanışma esasına dayanan
görüşü ile Mustafa Kemal ATATÜRK’ün ortaya koyduğu Cumhuriyet İlkelerinin
mantığı veya Alparslan TÜRKEŞ’in Toplumculuk Doktrini arasında ayrım yapmak
mümkün değildir. Dönemsel gelişmelere göre küçük farklılıklar taşıyan ve
görünürde Fransız bir düşünürden alınarak memleketimizde uygulanmasının
gerekliliği savunulan bu fikir aslında Türk Milleti’nin ilk çağlardan itibaren
sahip olduğu bir anlayışın ifadesidir. Bu yüzdendir ki bu görüş yukarıda adı
geçen şahsiyetler ile birlikte birçok devlet adamı ve düşünür tarafından kabul
görmüştür.
İslam
öncesi Türk Topluluklarına baktığımız zaman söz konusu dayanışmacılığı en açık
bir şekilde görmemiz mümkündür. Örneğin dünyadaki birçok halk topluluğunun
sınıfsal çatışmalar içerisinde olduğu dönemlerde Türklerde böyle bir çatışmaya
rastlamak mümkün değildir. Asker ile sivil, yönetici ile yönetilen, işçi ile
işveren gibi sınıfsal ayrım ve çatışmaları görmek imkânsız gibidir. Tam tersine
toplum içinde tam bir iş bölümü ve dayanışma söz konusudur. Özel mülkiyet ve
bireysel menfaatler konusundaki sınır Türk Toplumun genel huzuru,
dayanışmasıdır. Bir toplumda sınıfların ve çatışmanın var olması için gerekli
olan ekonomik, dini, idari ve siyasi etkenler Türk Toplumlarında sınıfsal
ayrımı var edecek oranda etki göstermemiştir. Nitekim Göktürk Hakan’ı Bilge Kağan
halkına hesap verirken; ‘... aç budunumu tok, çıplak budunumu giyimli,
yoksul budunumu bay kıldım ...’ derken bundan yüzlerce yıl sonrasında
Fransız Kraliyet mensuplar halkın açlığı karşısında şu şekilde bir ifade
kullanıyorlardı: ‘Ekmek bulamıyorlarsa, pasta yesinler.’
Diğer
taraftan İslam toplumlarında toplumsal dayanışma ilahi emrin bir gereği olarak
hep önemsenmiştir. Komşusu açken tok yatmayan, kendisi için istediğini din
kardeşi için de isteyenlerin oluşturduğu topluluk toplumsal dayanışmanın en güzel
örneği değil de nedir acaba? Bunun gibi farz kılınan Zekât verme veya tavsiye
edilen Sadaka dağıtma anlayışı da yine toplumsal dayanışmayı örnekleyen
kurallardır.
Bütün
bunlardan hareketle söyleyebiliriz ki;
Solidarizm
(Solidarite, Dayanışmacılık, Tesanütçülük) hangi sözcük ile ifade edilirse
edilsin aslında Türk ve İslam toplumunun yüzyıllar öncesinde zatında var olan
fakat yıllar içerisinde çeşitli nedenlerle yozlaşmış, unutulmuş, kaybedilmiş ve
yitirilmiş bir düşünce sistemidir. İşte bu düşünce sistemi Ziya GÖKALP’ın önce
esinlenmesi ve sonrasında hafıza yoklaması ile yeniden keşfedilmiş, Mustafa
Kemal ATATÜRK’ün eli ile de yeni Cumhuriyetin inşasında temel taşları arasında
yerini almıştır. Temel taşlarının yerinden oynatılamayacağını, yok edilemeyeceğini
anlayanlar üzerini kapamaya ve onu değiştirmeye çabalamış, bu çaba merhum
Alparslan TÜRKEŞ ve yol arkadaşlarınca fark edilince de “Doktriner,
Milliyetçi, Ülkücü Hareket” ortaya çıkmıştır ve bugün hala söz konusu
taraflar arasındaki mücadele devam etmekte…
Fikirleri,
emekleri, alın terleri, kanları ve hatta canları ile Milletimizin varlık
mücadelesine destek olmuşlara, olanlara ve olacaklara; rahmet, bereket, güç,
sabır ve metanet duasıyla...
Ne
Mutlu Türk’üm Diyene!
Kaynaklar;
- Ziya GÖKALP , Türkçülüğün Esasları
- Alparslan TÜRKEŞ , Dokuz Işık
- Serdar SAĞLAM , Ziya GÖKALP’ta Solidarizm ve Millî İktisat
- Zafer TOPRAK , II. Meşrutiyet'te Solidarist Düşünce: Halkçılık
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder