Bu Blogda Ara

12 Mart 2010 Cuma

GALİP ERDEM'İN ARDINDAN... / 12.03.2010



Bu çalışma Ülkü Ocakları Eğitim ve Kültür Vakfı'na ait http://www.ulkuocaklari.org.tr/ sitesinde merhum Galip Erdem'in vefatının yıl dönümü vesilesi ile yayınlanmıştır...

GALİP ERDEM...

Galip ERDEM’i yazmak zor işmiş doğrusu. Öyle bir hayat ki hayatı, o destansı yaşamı basit kelimelerle anlatmaya, basit cümlelerle aktarmaya çalışmak zor geliyor, ar geliyor insana. Cümle kurmakta zorlanıyorsunuz, o güzel insan için.

1930 yılının 10 Mart'ında Rize'nin Fındıklı ilçesinde başlayıp 12 Mart 1997 Çarşamba gecesi saat 22.10 da Ankara Gazi Hastanesi’nde sona eren, mücadele ve uğraşla dolu bir ömrün sahibi Galip Hoca. Beşikten mezara derler ya işte öylesine, hayatı boyunca inandığı değerlerin mücadelesini verme çabası içerisinde olmuş, bu uğurda çok mücadele etmiş bir fikir işçisi, bir gönül adamı. Görünüş itibariyle zayıf bir bedene sahip, ama o zayıf bedenin içerisinde koca bir yürek...

Rize’de başlayan hayatının çocukluk yılları Bitlis’te, Siirt’te, Erzurum’da geçmiş. Babasının memuriyeti, kendisinin öğrenciliği, askerliği ve meslek hayatı onu memleketin bir diyarından almış bir başka diyarına göç ettirmiş durmadan.

Bedeni Anadolu’nun illerinde gezinirken, zihni Türk ellerine yol almış; Semerkant’a, Ötüken'e, Taşkent'e, Bakü’ye, Tebriz'e, Kerkük'e, Üsküp’e ve diğerlerine... Kalbi Anadolu coğrafyasında atarken, zihni Tanrı dağlarının, Turan ellerinin hayaline hasret çekmiş. Hiç çıkmamış; Atalar, Kardaşlar, Soydaşlar diyarları düşüncesinden, unutamamış bir türlü o miras toprakları. Bir türlü kayıtsız kalamamış aramış durmuş o ellere varmanın, o ellerle kucaklaşmanın yolunu, yordamını.

Bu arayışla özündeki cevheri, Türk Milliyetçiliğini keşfetmiş. Torunlara bırakmak üzere atalardan emanet edilen bu kıymetli değere canından fazla önem vermiş, sımsıkı sarılmış. Öyle bir sarılış ki bu, çekilen hiç bir çile, görülen hiç bir zulüm, hiç bir ikiyüzlülük ayıramamış onu bu kutlu mirastan.

Çektiği çile, gördüğü riyakârlıklar, sarıldığı dava ilham olmuş Galip Hocaya... Bir bakmışsın “Ülkücünün Çilesi”ni anlatmış, bir bakmışsın “Bedava Ülkücülük” edenleri... Zalimlere kafa tutmuş Yavuz olmuş iken, Mazlumla Yunus misali hasbihal eylemiş, dert dinlemiş, deva vermiş durmadan...

 “Ülkücü bir Gençle Sohbetler” etmiş;

...Kırılma ve üzülme. “Anlayamadım, gerçek bir ülkücü değil miyim sanki!” diye de şaşırma. Bilirsin; seni çok severim.

Bir insanın çok sevdikleri üzerinde çok hakkı vardır. Evet, henüz ger­çek bir ülkücü değilsin. Ruhunun zenginliği, yüreğinin büyüklüğü, ülkü yolunda verdiğin mücadeledeki yiğit­liğin sonucu değiştirmez. Gençsin. İnsanoğlu, gençlik çağında, herşeye olduğu gibi, ülkücülüğe de sadece adaydır. Hiç unutma: Bugün, tamamen haklı olarak, ülkücülüğe aykırı davranışlarından ötürü kınadığın ağabeylerin, senin yaşında iken, ülkücülüklerine asla toz kondurtmak istemezlerdi. Ama hayat adını ver­diğimiz düşmana yenildiler. Şimdi sapmalarını bağış­latmak için, münasip bir bahane aramanın peşine düş­müşlerdir. Sana, kendi neslimin durumunu anlatayım:

Çoğumuz ülkücülük imtihanını kazanamamış, sınıfta kalmışızdır! Kaydımız silinmiştir! Pek azımızın aday­lığı hâlâ devam ediyor: Dikkat etmelisin: Adaylık ke­limesini kullandım. Çünkü hiçbirimiz, bütün gayret­lerimize rağmen, tam bir ülkücü olamamışızdır. Da­ha bir kısmımız yarı yolda tükeneceğiz. Gerçek ülkücülüğe ne kadar yaklaşabildiğimizin hesabı son ne­feslerimizi verdikten sonra çıkarılacaktır.

Neden böyle oluyor? Sorunun cevabını daha önce de vermiştim: Hayat dediğimiz en büyük düşmana yenilmemiz yüzünden böyle oluyor. Yapımız çıkarla­rımızdan vazgeçebilmeye müsait değildir. Hele çağı­mıza hükmeden maddecilik, belki de hiç kavuşulamayacak bir sevgili uğruna zahmet çekmemize, acılara katlanmamıza imkân vermiyor. Ancak bir müddet, özellikle hiçbir sorumluluğu yüklenmediğimiz gençlik yıllarında her türlü baskıya dayanabiliyor, biraz yaş­lanıp çoluk çocuğa karışınca dökülüyoruz.

Senden istediğim, gerçek bir ülkücü olmağa ça­lışmanın, aynı zamanda bir ülkü değeri taşıdığını bilmendir. En büyük düşmanını şimdiden tanımalısın. Hayatın boyunca, ülküne ihanet etmen için sayısız tuzaklar kurulacağını daima hatırında tutmalı, yenik düşmemeğe hazırlanmalısın. Gerçek ülkücülüğü ülkü edinecek, çağımız şartları içinde, adaylığı korumanın bile büyük bir şeref sayılması gerektiğini öğrene­ceksin. Yenik düşmemenin, ülkü kavgasını bir ömür boyu yürütebilmenin sırrı nedir? Yenilmemenin tek sır­rı vardır:

Nefsini yenmek! Ama nefsini yenmek, söy­lendiği kadar kolay bir iş değildir. Nefsini yenebilen bir yiğit, bütün dünyayı yenmiş sayılır.”

Başta da dedik ya işte; Galip ERDEM... Anlaşılması basit mi basit, anlatması zor mu zor, ERDEM sahibi büyük bir insan...

Özüne yabancılaşan bir milletin hiçbir sahada ilerlemesinin, gelişmesinin mümkün olmadığını bilen; teknik gelişmeleri benimserken, millî kültüre bağlanmanın bir milliyetçilik, bir yaşam ve devamlılık şartı olduğunu kabul eden bir anlayışla Türk Milleti ve Türk Milliyetçiliği davası için mücadele eden bir düşünür, bir dava adamı Galip Hoca.

“Efendi, önce Türkiye'yi sev, Türkistan'ı sonra seversin!” diyecek kadar zekâ ve mantık özürlü olanlara, “Gönül fukaralığı neyse ne ama akıl kıtlığına düşen kullarını Tanrı korusun” diyerek dua eden ve “Sen de önce babanı sev, ananı sonra seversin!” diyerek cevap veren bir ülkü adamı Galip Hoca.

Kara eylülde zulüm gören Ülküdaşlarının adaletle yargılanması için 7 yıl boyunca canla başla çabalayan, uğraş veren, Ülkücü Kuruluşlar davasının sanıklarının savunuculuğunu üstlenenlerden her zorluğa rağmen bu davayı omuzlayanlardan biri, bir adalet adamı Galip Hoca.

12 Eylül sonrasında herkesin kaçtığı, korktuğu bir dönemde zamanın tek gücü, Kenan Evren’e; “MHP’nin yöneticilerini yakından tanırım, MHP’nin ülküsünü, fikirlerini, gayelerini, emellerini iyi bilirim, aynı zamanda paylaşırım. Ülkücü gençliği de çok iyi tanırım. Kültür ve ülkü ağırlıklı eğitimlerine Türk milletinin dünyada yaşaması için nelere bağlı kalması gerektiğini öğrenmelerine elimden geldiği kadar hep yardımcı olmuşumdur” diye mektuplar yazan “Haksızlık karşısında susan, dilsiz şeytandır.” düsturuyla doğruyu ve hakikati her ortamda ve her şartta dile getiren bir tavır adamı Galip Hoca.
Herkesin bildiği ama neredeyse kimsenin aklına getirmediği, dillendirmediği gerçeği, “Türk Milleti’nin düşmanlarının sayıca çok ve güçlü olduğunu” her zaman hatırlayan ve hatırlatan ve bu nedenle Türk Milleti’nin başlıca varlık ve devamlılık şartı olan “Milli Birlik ve Beraberliği” önemseyen ve bu uğurda türlü çilelerle yüz yüze gelen çile çekmenin ustası bir sabır adamı Galip Hoca…

Allah rızasına erişmek ve milletini mutluluğa, huzura taşımak kaygısıyla yola çıkan bir düşünür, gönül, millet ve Allah adamı Galip Hoca.

Kelimelerle anlatılamayacak bir şahsiyetin adı Galip Erdem...

1997 yılının Mart ayının 12. gününün gecesinde Hakka yürüyen, ruhunu Azrail’e, düşüncesini, fikrini ve mücadelesini bizlere teslim eden bir bayrak GALİP ERDEM...

Ruhun Şad, Mekanın Cennet olsun Hocam...

Galip ERDEM duası;

“Allah’ım, sana layık insanlar olalım, önce Hakka, sonra halka hizmet etmesini bilelim. Bize büyük millet olmanın yollarını göster, nefsimizin yerlerini, sınırlarını bildir, iyi görünmenin de yetmediğini anlat bize, iyi olmanın şerefini öğret.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder