Bu Blogda Ara

10 Temmuz 2010 Cumartesi

TERÖRE DAİR... / 10.07.2010

Bu çalışma Ülkü Ocakları Eğitim ve Kültür Vakfı'na ait http://www.ulkuocaklari.org.tr/ sitesinde yayınlanmıştır...


BU TERÖR, BİTMEZ BÖYLE GİDERSE

Türk Dil Kurumu’nun terör, terörist ve terörizm tanımı şöyle;

·      TERÖR           ; Yıldırı, Yıldırma, cana kıyma ve malı yakıp yıkma, korkutma, tedhiş.

·     TERÖRİST      ; Yıldıran kimse veya şey. Bir siyasi davayı zorla kabul ettirmek için karşı tarafa korku salacak, cana ve mala kıyacak davranışlarda bulunan kimse, yıldırmacı, terörcü, tedhişçi, yıldırıcı.

·  TERÖRİZM    ; Siyasal bir hedefe ulaşmak amacıyla devlete, halka veya bireylere karşı şiddet eylemlerine başvurma. Bir siyasi davayı zorla kabul ettirmek için karşı tarafa korku salacak, cana ve mala kıyacak davranışlarda bulunma, terörcülük, tedhişçilik, yıldırıcılık.”

Türkçedeki karşılığı "yıldırma, korkutma" olan terör kelimesi Fransızca Petit Robert sözlüğünde "bir toplumda bir grubun halkın direnişini kırmak için meydana getirdiği ortak korku" anlamında yer alırken, Siyasi Terimler ve Örgütler sözlüğünde "kamu otoritesini veya toplum yapısını yıkmak için girişilen korku ve yılgınlık saçan şiddet hareketleri" olarak belirtilmektedir.

3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 1.maddesinde ise şöyle tanımlanıyor terör: 
Terör; cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasî, hukukî, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü suç teşkil eden eylemlerdir.

Bugün itibariyle ülkemizde yasadışı faaliyetlerine devam eden 12 terör örgütü bulunuyor. Resmi açıklamalara göre söz konusu örgütlerin; 4'ü yasa dışı sol, 3'ü bölücü, 5'i de dini motifli örgütler. Tabi ki ayrılıkçı PKK da bu listeye dahil. Söz konusu örgütlerin 11’ini şimdilik bir kenara bırakalım, şu anki konumuz; PKK.

Memleketin sınırları içerisinde ve yurt dışında,  zihni ve gönlü kirlenmemiş her Türk’ün ve hatta her insanın nefretini hak eden ve kazanan bir köpekler yığını; PKK.

Senelerdir, bir kucaktan, bir başka kucağa oturan, Türk Milletinin düşmanlarına uşaklık ederek devamlılığını sağlayan, bir fahişeler topluluğu; PKK.

Ahlaktan, inançtan ve imandan, sevgiden, şefkatten ve iyilikten nasibini alamamış bir güruhun adı; PKK...

Her türlü hakareti,  beddua ve ahı hak eden fakat kanı beş kuruş etmeyen cehennemliklerin oluşturduğu bu sürü 30 yılı aşkın bir süredir memleketimizin, milletimizin, devletimizin başına bela olmuş ve ne hazindir ki halen devam ediyor bu durum. Elbette ki her yapılanın hesabı sorulacaktır nihayetinde: Bu gün olmazsa yarın, bu cihanda olmazsa öte dünyada...

Yıllardan beri devam eden bu terör her Türk vatandaşının aklında türlü sorular var etmiş bugüne kadar;
Nasıl kuruldu, kim tarafından kuruldu, niçin kuruldu?
Ne istiyor, neyi amaçlıyor, kime çalışıyor?
Hangi devletler ve dış güçler tarafından destekleniyor?
Nasıl oluyor da bunca yıldır devam ediyor?
Bunlar ve daha birçoğu...

Kitaplar dolusu yazılar, saatler alan tartışmalar yapılmış, yapılıyor bu sorulara cevap bulabilmek için. Bu soruların her biri bin bir adet cevap doğuruyor zihinlerde... Herkes kendince cevaplar veriyor, kimisi çözüm için öneriler getirirken, kimisi ise çözümsüzlüğü körüklüyor.

Özellikle son yıllarda yeniden azgınlaşan terör, bugün itibariyle yeniden Türk Milleti’nin birinci gündem maddesi halini almış durumda. Her gün gelen baskın, çatışma ve şehit haberleri Milletimizce PKK’ya ve destekçilerine duyulan kin ve nefreti sürekli arttırırken, sabırları taşma noktasına getiriyor.

Uzun yıllardır devam eden terörle mücadele konusunda günahıyla, sevabıyla, dönemsel ve münferit hataları bir kenara bıraktığımız vakit dik duruşlu ve net tavırlı bir mücadelenin gerçekleştiğini söylemek mümkün olmakla beraber, bugün bu mücadelenin yerini terörle mücadeleden vaz geçerek terörle müzakere yolunu seçen bir anlayış almış durumda. Bu değişimin doğal ve kaçınılmaz sonucu terörün moral kazanması ve güçlenerek daha çok can yakması olarak ortaya çıkıyor.

Geride kalan yıllarda dağları kendine mesken edinen eşkıya topluluğu artık memleketin, caddelerinde ve sokaklarında polise, askere, vatandaşa yönelik terörist saldırılar düzenler oldu. Acaba bugün itibariyle iktidar koltuğunu işgal eden anlayışın kullandığı yol ve yöntemler Terörizmi, PKK’yı yok etmeye mi hizmet ediyor?

Bu sorunun cevabını Sayın Genel Başkanımız Dr. Devlet Bahçeli’nin bir süre önce parti grup toplantısında yapmış olduğu konuşmada bulmak mümkün. Ne diyor Devlet Bey;

"Bugün itibari ile tek başına iktidar olan Adalet Kalkınma Partisi'nin yönetiminde Türkiye 7 yıl 7 ay 19 günü geride bırakmıştır.
Bu süre içinde açlık ve teröre mahkûm edilen milletimiz, AKP Hükümetinin ısrarla sürdürdüğü bölünme çabalarıyla karanlık bir eşiğe getirmiştir.
Cumhurbaşkanı Gül'ün, "Çok güzel olacak" sözlerinin üzerinden 14 ay geçmiştir.
Başbakan Erdoğan'ın 23 Temmuz 2009 tarihinde "İster Kürt sorunu deyin ister Güney Doğu sorunu deyin, ister Kürt açılımı deyin" sözlerini sarfetmesinin üzerinde başlatılan yıkım çalışmalarının üzerinden 11 ay geçmiştir.
İçişleri Bakanı Atalay'ın 12 kötü adamla yaptığı görüşmeden 10 ay geçti.
Habur'dan yapılan girişlerin üzerinden ise 8 ay geçti.

Bugün gelinen noktada terör topluma yayılmıştır...
............
Bu uzun sürenin sonunda gelinen nokta, bölücülüğün azdığı terörün tırmandığı, kanlı saldırıların çoğaldığı, tehdit ve eylemlerin başında topluma yayılmasından başka bir gelişme göstermemiştir.”


Bir kaç yıl önce Diyarbakır’da ifade edilen “Kürt sorunu” söylemi ile, tüm Kürt kökenli vatandaşlarımızın etnik kökenleri itibariyle devletle bir sorunları varmış görüntüsü çizildi.

Ardından “Doğu Sorunu” ifadesi gazete manşetlerinde yer edinmeye başladı ve bu yolla da toplumda tüm doğuda yalnızca Kürt Kökenli insanlarımızın yaşadığına dair yanlış bir algı oluşturuldu. Hâlbuki Diyarbakır, Urfa, Bitlis, Bingöl ve diğer birçok doğu illerimizde yoğun bir şekilde Türkmen, Arap, Çerkez, Zaza nüfusunun mevcut olduğu somut bir gerçek olarak önümüzde duruyor.

Buradan hareketle Türk insanının aklında bir önerme oluşturulmaya çalışıldı;
“Bütün Kürtler devletle sorunludur,
Doğuda sadece Kürtler vardır,
Doğuda yaşayanlar, devletle sorunludur.”

Ulaşılmak istenen amaç Türk Milleti’nin zihninde böyle bir algı oluşturarak, yıllardır gerçekleştirilemeyen doğu-batı, Türk- Kürt çatışmasının zihinsel alt yapısını hazırlamaktır. Neyse ki Türk Milleti henüz bu oyuna düşmemiştir, ancak yapılanlar ve yaşananlar Milletimizi bu karanlık yola her gün biraz daha yaklaştırmaktadır.

Bu gelişmelerle birlikte Türk Halkının ve özellikle Doğu bölgelerimizin en önemli gelir kaynağı olan, tarım ve hayvancılık iktidar eliyle neredeyse yok edildi. Terörün en fazla nemalandığı ekonomik sorunlar ve sıkıntılar adeta körüklendi.

Yine diğer taraftan Terörle Mücadele konusundaki tavizkar tutum, Örgüt elemanlarını, yandaşlarını ve sempatizanlarını cesaretlendirdi, öz güvenlerini arttırdı. Yakalanıp Türkiye’ye getirilirken henüz uçaktan inmemişken süt dökmüş kedi misali usluca yerinde oturan, Türk Devleti’ne hizmet etmek istediğini her fırsatta vurgulayan bölücü başı 2002 yılından bugüne kadar gelen sürecin sonucunda bugün artık Türk Devleti’nin Başbakanına tehdit niteliğinde tavsiyelerde bulunur hale getirildi.

Doğrusuyla yanlışıyla; suçlu olma ihtimalleri mevcut olmakla birlikte, senelerini memlekete hizmet için sarf etmiş kişiler küçücük şüphelerle ve hatalı bir üslupla cezaevlerine konulurken, bölücü başının emriyle ve bölücü örgüt kıyafetleriyle dağdan inenler atanmış yargıçlar eliyle, taşınmış çadır mahkemelerinde, jet hızıyla yargılanıp salıverildiler.

İktidar koltuğunu işgal edenler, Asker dağda teröristle mücadele ederken, kurdukları masalarda teröristleri kontrol edenlerle, destekleyenlerle ve ne yazık ki teröristlerle müzakere eder bir portre çizmekteler.

Saydıklarımız ve benzeri girişimler, fiiller terörizmi körüklemiş, teröristi sevindirmiş ve güçlendirmiştir.

Terörü bitirmenin yolu şüphesiz ki bunlar değildir.

Peki, bizce terör nasıl biter? Tek cümle ile toparlayacak olursak; Teröristle değil de terörle mücadele edilirse terör biter.

Nasıl mı?
Tavizsiz bir askeri mücadele; özel eğitimli, konargöçer, seyyar askeri birlikler.

Terörün içeride ve dışarıdaki siyasi ve lojistik destekçilerine karşı, diplomatik ve operasyonel bir mücadele.

Bölgenin ekonomisini devamlı surette kalkındıracak ekonomik bir plan. Özellikle tarım ve hayvancılığa büyük bir destek.

Kültürel, maddi ve manevi ortaklıkları ortaya koyacak, vurgulayacak, anlatacak, milli birlik duygusunu canlandıracak bir gönül seferberliği harekatı...

Ve son olarak; eğitim, eğitim ve eğitim...

Terörle mücadele sırasında; can vermiş şehitlerimize rahmet, mücadele etmiş gazilerimize minnet, bu kahpeler karşısında büyük Türk Milleti’ne metanet, dua ve temennisiyle...


Ne Mutlu Türküm Diyene...

1 Temmuz 2010 Perşembe

POSTMODERNİZM DEDİKLERİ... / TEMMUZ 2010

Bu çalışma Ülkü Ocakları Eğitim ve Kültür Vakfı Dergisinin Temmuz 2010 sayısında yayımlanmıştır...

AMAÇSIZ ORTAYA ÇIKMIŞ, AMAÇLI BİR FİKİR; POSTMODERNİZM

Bizler, yani Türkler tarihin birçok döneminde dünyaya yön vermiş, tarihin seyrini değiştirmişiz. Ancak ne hazindir ki son bir kaç yüzyıldır, yaşam tarzımızdan başlayarak kültürel, ekonomik, sosyal ve siyasal yapımız emperyalizm kuşatmasıyla karşı karşıya kalmış. Dönemsel olarak kuşatmanın delindiği, geçici zaferlerin kazanıldığı olmuş fakat kimi zaman zafer sarhoşluğuyla kendimizden geçmişiz kimi zaman, miskinleşmiş yerimizde saymışız, sonuç olarak geriye baktığımızda kuşatmayı tam olarak kırabilmiş, saldırıları kesin olarak bertaraf edebilmiş değiliz.

Düne kadar yedi düvel topla tüfekle saldırıyordu; Türk Milleti irkildi, üzerindeki ölü toprağını attı ve emperyalizmin bu kuşatmasını kırarak tarihin seyrini bir kez daha değiştirdi. Tıpkı geçmişte birçok defa yaptığı gibi… Bugünkü saldırı ise topla tüfekle değil...

Dünyanın gelişmesiyle Emperyalizm de kendisine yeni silahlar, yeni savaş araçları edindi. Dünyanın idaresini, eline almak niyetinde olanlar artık; televizyon, gazete, radyo, internetle; sivil toplum kuruluşları, siyasi partilerle; üniversiteler ve bilim adamlarıyla ve benzeri araçlarla saldırmaya başladılar. Tabi ki bu araçlarla birlikte ellerindeki diğer silahları bırakmış değiller. Her ülkede emperyalizm uzantısı, küresel güç hizmetkârlarını görmek mümkün…

Son bir kaç yüzyıldır, kendi kaderini belirlemeye, kendi geleceğini var etmeye muktedir olamayan Türk Milleti ve onunla beraber birçok Millet bugün yeni bir tehlike ile karşı karşıya.


Tehlikenin Adı; Postmodernizm;

Avrupa’da yaşanan Rönesans ve Reform hareketleri sonrasında 18. yüzyılda, aydınlanma çağı başlar. Bu dönem Avrupa toplumlarınca ortaya konulan geçmişe yönelik eleştirilerin ve mücadelenin sonucu olarak ortaya çıkar. Kraliyet ve Kilise baskısı altında yüzlerce yıl sömürülen Avrupa yeni bir arayış içerisindedir. Daha doğruyu, daha güzeli bulabilmek için başlayan bu arayış hümanizm, özgürlük, evrensellik ve rasyonelliği ve neticesinde de modernizmi ortaya çıkarır. İnsanların bağlı oldukları inançların yerini bilgi, dinin yerini bilim alır. Aydınlanma çağının ve bu dönemin var ettiği modernizmin en önemli unsurları, bilim ve akıl olarak kabul edilir. Başlangıçta yaşanan keşifler ve sosyal, ekonomik gelişmeler iyimser bir ortam oluşturur. Ancak bu gelişmelerle birlikte ve sonrasında kapitalizm de günden güne güç kazanır. Az gelişmiş ülkelerde üst düzeyde devam eden sömürgecilik insanları giderek açlığa ve yokluğa iterken, zengin ve fakir arasındaki uçurum günden güne artar. Devam eden dönemde, kapitalizm vahşileşir, daha fazla zengin olma arzusu insani değerleri ortadan kaldırmaya başlar, bununla birlikte sömürgeci devletler, arasında da paylaşım kavgaları başlar. 1. Dünya savaşıyla azalan umutlar, 2. Dünya Savaşı ile birlikte yıkılır. Modernizm artık inandırıcılığını ve çekiciliğini yitirmiştir.

Yaşanan gelişmeler sonrasında iyimser ortam kaybolur ve iyimserliğin yerini eleştiri alır. Modernizme karşı sanattan bilime birçok alanda eleştiriler yöneltilir. Nihayetinde bu eleştiriler Modernizmden farklı fakat modernizmin içinden çıkan bir anlayış ortaya çıkarır; Postmodernizm.


Postmodernizm;

2. Dünya Savaşı sonrasında modernizme yapılan eleştiriler beraberinde bir tepki olarak Postmodernizm anlayışını ortaya çıkardı. 70li ve 80li yıllarda ise Postmodernizm iyiden iyiye değişik alanlarda boy göstermeye başladı.

Modernist arayışın canlılığını kaybetmesinden sonra XX. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkan çeşitli üslup ve yönelişlerin adı olarak ifade edebileceğimiz Postmodernizm genel olarak kurulu düzene ve kurallara başkaldırı olarak ifade edilebilir. Postmodernizm tek ve mutlak doğruluğu, genel geçerliği eleştirip inkâr ederken birden fazla doğrunun olduğunu iddiasındadır. Yapay ve yüzeysel olanı doğal olana tercih eden, bilimsel ve felsefi kuralları ve kuramları önemsemeyen, estetik anlayıştan uzak bir anlayış olarak ifade edilebilir.

Her ne kadar Portmodernizmin ortaya çıkış şekli ve kelime anlamı, bizlere Modernizmin yıktıklarını, tamir etmek, Modernizmin çözemediği sorunları çözebilmek, gibi düşündürse de aslında Postmodern düşüncenin böyle bir amacı yoktur. Sadece ve sadece modernizmin temel unsurlarını (akıl, bilim, özgürlük vb gibi.) eleştiren bir yaklaşım olduğundan eleştirdiğinin yerine alternatif sunacak bir yapısı bulunmamaktadır. Kısacası Postmodernizm yeni bir ideoloji, fikir veya yaklaşım üretmeyi değil var olan Modernizm düşünce sistemini eleştirmeyi amaçlar.

Postmodernizm evrensel düşünceye, siyasal, dini veya toplumsal ve benzeri her türlü birleştirici, bütünleştirici dünya görüşlerine karşı çıkar. Modernizmdeki milli kimlik, merkeziliği temel alan düşünce yapısı karşısında, Postmodernizm ulus anlayışına karşı çıkar. 

Postmodernizm merkezi otoritenin ortadan kaldırılmasını isterken, anarşinin egemen olduğu bir düzenin gerekliliğini savunur. Yerellik ve farklılıkları ön plana çıkarır ve bu anlayış içerisinde bir tutum sergiler. Siyasi anlamda da ulusal ve genel bir siyaset yerine yerel ve etnik bir siyaset anlayışı savunur.


Postmodernizm ve Milli Devlet Yapısı

Günümüzde çoğunlukla Fransız İhtilalı ile ortaya çıktığı ifade edilmiş olsa da aslında Türk toplumunun binlerce yıl öncesindeki devlet yapısının adıdır, Milli Devlet. Ortak bir dil, ortak bir kültür, ortak bir tarih şuuru, birlikte bir yarın arzusu ile bir araya gelen insanlardan müteşekkil bir yapıdır, Milli Devlet.

Avrupa toplumları açısından Fransız Devrimi ile ortaya çıkan bu devlet yapısının gelişimi feodalitenin zayıflayıp burjuvazi sınıfının güçlenmesi ve bu sınıfın siyasi etkinliklerini arttırmak için kitlelerin desteğini almayı amaçlamaları ile başlamıştır. Sonrasında tüm dünyada Ulus Devlet anlayışının yaygınlaşması ve imparatorlukların çöküşü durumu ortaya çıkmıştır. Milletimiz de bu gelişmeler ile birlikte Milli Devlet, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kurmuştur.

Milli Devlet yapısı bakımından yukarıda ifade etmeye çalıştığımız Postmodernizm akımı tam anlamıyla bir düşmandır.

· Milli devlet yapısının ortaya koyduğu birleştiricilik ve bütünleştiricilik, Postmodern düşünce ile yok olacaktır,

· Milli devlet birleştirici ve ortak unsurları ön plana çıkarırken; Postmodern düşünce, farklılıklarla ayrışmayı körüklemektedir,

· Milli devlet toplumda, biz duygusunu yaygınlaştırırken; Postmodernizm, insanlığı bencilliğe itmektedir.

· Milli devlet düzeni, toplumsal kuralları ve hukuku savunurken, Postmodernizm Anarşinin egemenliğini, hukuksuzluk ve kuralsızlığı talep eder.

· Milli devlet dini, ahlaki, kültürel kural ve değerleri önemserken, Postmodernizm bu değer ve kuralları reddeder,

Maddeleri arttırmak mümkün elbette… Kısaca ifade etmek gerekirse Postmodernizm terimi ile ifade edilen söz konusu düşünce sistemi, Ulus Devlet yapısını baltalamaya yönelik bir girişimdir.


Postmodernizm gerçekte neyi amaçlar?

Küresel güçlerin dünya üzerindeki paylaşım kavgası, yüzyıllardan beri var olan ve artık herkesçe malum bir gerçekliktir. Çağlara göre bu mücadele farklı yöntemler, farklı silahlarla devam etmiş ve bugün de etmektedir.

Bugün açıkça söyleyebiliriz ki uzunca bir süre dünya dengeleri üzerinde birincil derecede etkili olan Avrupa bu etkinliğini ve gücünü günden güne kaybetmektedir. Bunun karşısında Amerika emperyalizm kulvarında, Avrupa’nın önüne geçmiş durumdadır. Postmodernizm olarak ortaya atılan ve on yıllardan beri tartışılan ve de her gün biraz daha güçlenerek hayatımıza giren düşünce sistemi bu dengeler değişiminin sonucundan başka bir şey değildir. Emperyalizmin günümüzdeki en önemli kalesi ABD sadece Doğu Medeniyetlerinin değil, Avrupa’nın üzerinde de egemen olma çabası göstermekte bu nedenle genel olarak Ulus Devlet yapısına sahip olan Dünya Devletleri’ne bu şekilde bir saldırı yöneltmektedir. Bu yöntemle Milli Devletler iç sorunlar ve toplumsal kargaşa ile uğraşırken küresel emperyalizm daha rahat çalışma alanı bulacaktır. 

Bu saldırıyı uzaklara gitmeden örnekleyecek olursak, Ülkemiz ve Milletimizin içerisinde bulunduğu duruma göz atmamız yeterli olacaktır. Nasıl mı?

· İnternet, gazete, televizyona bakın, TV programlarına bakın; düzene, sisteme, ahlaka, var olan neyimiz varsa ona karşı bir başkaldırı görüyoruz.

· Sözde tarihçimiz tarihimizle, sözde alimimiz dinimizle kavgalı.

· Siyasetçi; kanuna, hukuka, millete baş kaldırıyor.

· Sanatçı öz kültürüne söverse, başarı kazanıyor.

· Yarışmalarda en çok bağıran, en çok kavga eden beğeniliyor.

· Komutanın emrine, ana - babanın isteğine isyanlardayız.

Birkaç örnek sadece... İsyankar ve kavgacı bir millet olduk.
Biz anamıza, babamıza; hocamıza, atamıza; dinimize, töremize itaatkardık.
Hoş görülüydük, sıcakkanlıydık; dilden değil gönülden konuşurduk. Zalime Yavuz, mazluma Yunus’tuk.
Her şeyi bir kenara bırakalım bir Yaradan kalmıştı isyan etmediğimiz ona da isyan eder olduk.

Aslında gözlerimizi bir nebze de olsa açıp, gördüğümüzün ötesini seçebilsek oynanan oyun ve bizim o oyundan ne kadar zarar gördüğümüz ortada...

Portmodernizmin genel hatlarıyla Milli Devlet yapısına ve toplum dokusuna verdiği zararları ifade etmeye çalıştık. Şüphesiz ki söz konusu zararlar bu kadarla kalmıyor. Sonuç olarak diyelim ki;

“Gözünün gördüğünü, aklının ve gönlünün süzgecinden geçirerek amel edenlerden olmak dua ve temennisi ile…”

Ne Mutlu Türküm Diyene !