Bu çalışma Ülkü Ocakları Eğitim ve Kültür Vakfı'na ait http://www.ulkuocaklari.org.tr/ sitesinde merhum Galip Erdem'in vefatının yıl dönümü vesilesi ile yayınlanmıştır...
GALİP ERDEM...
Galip ERDEM’i
yazmak zor işmiş doğrusu. Öyle bir hayat ki hayatı, o destansı yaşamı basit
kelimelerle anlatmaya, basit cümlelerle aktarmaya çalışmak zor geliyor, ar
geliyor insana. Cümle kurmakta zorlanıyorsunuz, o güzel insan için.
1930 yılının 10
Mart'ında Rize'nin Fındıklı ilçesinde başlayıp 12 Mart 1997 Çarşamba gecesi saat
22.10 da Ankara Gazi Hastanesi’nde sona eren, mücadele ve uğraşla dolu bir ömrün
sahibi Galip Hoca. Beşikten mezara derler ya işte öylesine, hayatı boyunca inandığı
değerlerin mücadelesini verme çabası içerisinde olmuş, bu uğurda çok mücadele
etmiş bir fikir işçisi, bir gönül adamı. Görünüş itibariyle zayıf bir bedene
sahip, ama o zayıf bedenin içerisinde koca bir yürek...
Rize’de başlayan
hayatının çocukluk yılları Bitlis’te, Siirt’te, Erzurum’da geçmiş. Babasının memuriyeti,
kendisinin öğrenciliği, askerliği ve meslek hayatı onu memleketin bir
diyarından almış bir başka diyarına göç ettirmiş durmadan.
Bedeni
Anadolu’nun illerinde gezinirken, zihni Türk ellerine yol almış; Semerkant’a, Ötüken'e,
Taşkent'e, Bakü’ye, Tebriz'e, Kerkük'e, Üsküp’e ve diğerlerine... Kalbi Anadolu
coğrafyasında atarken, zihni Tanrı dağlarının, Turan ellerinin hayaline hasret
çekmiş. Hiç çıkmamış; Atalar, Kardaşlar, Soydaşlar diyarları düşüncesinden,
unutamamış bir türlü o miras toprakları. Bir türlü kayıtsız kalamamış aramış
durmuş o ellere varmanın, o ellerle kucaklaşmanın yolunu, yordamını.
Bu arayışla özündeki
cevheri, Türk Milliyetçiliğini keşfetmiş. Torunlara bırakmak üzere atalardan
emanet edilen bu kıymetli değere canından fazla önem vermiş, sımsıkı sarılmış.
Öyle bir sarılış ki bu, çekilen hiç bir çile, görülen hiç bir zulüm, hiç bir ikiyüzlülük
ayıramamış onu bu kutlu mirastan.
Çektiği çile, gördüğü riyakârlıklar,
sarıldığı dava ilham olmuş Galip Hocaya... Bir bakmışsın “Ülkücünün Çilesi”ni anlatmış, bir bakmışsın “Bedava Ülkücülük” edenleri... Zalimlere kafa tutmuş Yavuz olmuş
iken, Mazlumla Yunus misali hasbihal eylemiş, dert dinlemiş, deva vermiş durmadan...
“Ülkücü
bir Gençle Sohbetler” etmiş;
...Kırılma ve üzülme. “Anlayamadım, gerçek bir ülkücü
değil miyim sanki!” diye de şaşırma. Bilirsin; seni çok severim.
Bir insanın çok sevdikleri üzerinde çok hakkı vardır.
Evet, henüz gerçek bir ülkücü değilsin. Ruhunun zenginliği, yüreğinin
büyüklüğü, ülkü yolunda verdiğin mücadeledeki yiğitliğin sonucu değiştirmez.
Gençsin. İnsanoğlu, gençlik çağında, herşeye olduğu gibi, ülkücülüğe de sadece
adaydır. Hiç unutma: Bugün, tamamen haklı olarak, ülkücülüğe aykırı
davranışlarından ötürü kınadığın ağabeylerin, senin yaşında iken,
ülkücülüklerine asla toz kondurtmak istemezlerdi. Ama hayat adını verdiğimiz
düşmana yenildiler. Şimdi sapmalarını bağışlatmak için, münasip bir bahane
aramanın peşine düşmüşlerdir. Sana, kendi neslimin durumunu anlatayım:
Çoğumuz ülkücülük imtihanını kazanamamış, sınıfta
kalmışızdır! Kaydımız silinmiştir! Pek azımızın adaylığı hâlâ devam ediyor:
Dikkat etmelisin: Adaylık kelimesini kullandım. Çünkü hiçbirimiz, bütün gayretlerimize
rağmen, tam bir ülkücü olamamışızdır. Daha bir kısmımız yarı yolda
tükeneceğiz. Gerçek ülkücülüğe ne kadar yaklaşabildiğimizin hesabı son nefeslerimizi
verdikten sonra çıkarılacaktır.
Neden böyle oluyor? Sorunun cevabını daha önce de
vermiştim: Hayat dediğimiz en büyük düşmana yenilmemiz yüzünden böyle oluyor.
Yapımız çıkarlarımızdan vazgeçebilmeye müsait değildir. Hele çağımıza
hükmeden maddecilik, belki de hiç kavuşulamayacak bir sevgili uğruna zahmet
çekmemize, acılara katlanmamıza imkân vermiyor. Ancak bir müddet, özellikle
hiçbir sorumluluğu yüklenmediğimiz gençlik yıllarında her türlü baskıya
dayanabiliyor, biraz yaşlanıp çoluk çocuğa karışınca dökülüyoruz.
Senden istediğim, gerçek bir ülkücü olmağa çalışmanın,
aynı zamanda bir ülkü değeri taşıdığını bilmendir. En büyük düşmanını şimdiden
tanımalısın. Hayatın boyunca, ülküne ihanet etmen için sayısız tuzaklar
kurulacağını daima hatırında tutmalı, yenik düşmemeğe hazırlanmalısın. Gerçek
ülkücülüğü ülkü edinecek, çağımız şartları içinde, adaylığı korumanın bile
büyük bir şeref sayılması gerektiğini öğreneceksin. Yenik düşmemenin, ülkü
kavgasını bir ömür boyu yürütebilmenin sırrı nedir? Yenilmemenin tek sırrı
vardır:
Nefsini yenmek! Ama nefsini yenmek, söylendiği kadar kolay bir iş
değildir. Nefsini yenebilen bir yiğit, bütün dünyayı yenmiş sayılır.”
Başta da dedik ya işte;
Galip ERDEM... Anlaşılması basit mi basit, anlatması zor mu zor, ERDEM sahibi büyük
bir insan...
Özüne yabancılaşan bir
milletin hiçbir sahada ilerlemesinin, gelişmesinin mümkün olmadığını bilen;
teknik gelişmeleri benimserken, millî kültüre bağlanmanın bir milliyetçilik,
bir yaşam ve devamlılık şartı olduğunu kabul eden bir anlayışla Türk Milleti ve
Türk Milliyetçiliği davası için mücadele eden bir düşünür, bir dava adamı Galip
Hoca.
“Efendi,
önce Türkiye'yi sev, Türkistan'ı sonra seversin!” diyecek kadar zekâ ve mantık özürlü olanlara,
“Gönül fukaralığı neyse ne ama akıl kıtlığına düşen kullarını Tanrı korusun”
diyerek dua eden ve “Sen de önce babanı
sev, ananı sonra seversin!”
diyerek cevap veren bir ülkü adamı Galip Hoca.
Kara eylülde
zulüm gören Ülküdaşlarının adaletle yargılanması için 7 yıl boyunca canla başla
çabalayan, uğraş veren, Ülkücü Kuruluşlar davasının sanıklarının
savunuculuğunu üstlenenlerden her zorluğa rağmen bu davayı omuzlayanlardan
biri, bir adalet adamı Galip Hoca.
12 Eylül sonrasında
herkesin kaçtığı, korktuğu bir dönemde zamanın tek gücü, Kenan Evren’e; “MHP’nin
yöneticilerini yakından tanırım, MHP’nin ülküsünü, fikirlerini, gayelerini,
emellerini iyi bilirim, aynı zamanda paylaşırım. Ülkücü gençliği de çok iyi
tanırım. Kültür ve ülkü ağırlıklı eğitimlerine Türk milletinin dünyada yaşaması
için nelere bağlı kalması gerektiğini öğrenmelerine elimden geldiği kadar hep
yardımcı olmuşumdur” diye mektuplar
yazan “Haksızlık karşısında susan, dilsiz şeytandır.” düsturuyla doğruyu
ve hakikati her ortamda ve her şartta dile getiren bir tavır adamı Galip Hoca.
Herkesin bildiği ama neredeyse kimsenin aklına getirmediği,
dillendirmediği gerçeği, “Türk Milleti’nin düşmanlarının sayıca çok ve güçlü
olduğunu” her zaman hatırlayan ve hatırlatan ve bu nedenle Türk Milleti’nin
başlıca varlık ve devamlılık şartı olan “Milli Birlik ve Beraberliği” önemseyen
ve bu uğurda türlü çilelerle yüz yüze gelen çile çekmenin ustası bir sabır
adamı Galip Hoca…
Allah rızasına erişmek ve milletini mutluluğa,
huzura taşımak kaygısıyla yola çıkan bir düşünür, gönül, millet ve Allah adamı
Galip Hoca.
Kelimelerle anlatılamayacak bir şahsiyetin adı
Galip Erdem...
1997 yılının Mart ayının 12. gününün gecesinde
Hakka yürüyen, ruhunu Azrail’e, düşüncesini, fikrini ve mücadelesini bizlere
teslim eden bir bayrak GALİP ERDEM...
Ruhun Şad, Mekanın Cennet olsun Hocam...
Galip ERDEM duası;
“Allah’ım, sana layık
insanlar olalım, önce Hakka, sonra halka hizmet etmesini bilelim. Bize büyük millet
olmanın yollarını göster, nefsimizin yerlerini, sınırlarını bildir, iyi
görünmenin de yetmediğini anlat bize, iyi olmanın şerefini öğret.”