Bu Blogda Ara

12 Mart 2010 Cuma

GALİP ERDEM'İN ARDINDAN... / 12.03.2010



Bu çalışma Ülkü Ocakları Eğitim ve Kültür Vakfı'na ait http://www.ulkuocaklari.org.tr/ sitesinde merhum Galip Erdem'in vefatının yıl dönümü vesilesi ile yayınlanmıştır...

GALİP ERDEM...

Galip ERDEM’i yazmak zor işmiş doğrusu. Öyle bir hayat ki hayatı, o destansı yaşamı basit kelimelerle anlatmaya, basit cümlelerle aktarmaya çalışmak zor geliyor, ar geliyor insana. Cümle kurmakta zorlanıyorsunuz, o güzel insan için.

1930 yılının 10 Mart'ında Rize'nin Fındıklı ilçesinde başlayıp 12 Mart 1997 Çarşamba gecesi saat 22.10 da Ankara Gazi Hastanesi’nde sona eren, mücadele ve uğraşla dolu bir ömrün sahibi Galip Hoca. Beşikten mezara derler ya işte öylesine, hayatı boyunca inandığı değerlerin mücadelesini verme çabası içerisinde olmuş, bu uğurda çok mücadele etmiş bir fikir işçisi, bir gönül adamı. Görünüş itibariyle zayıf bir bedene sahip, ama o zayıf bedenin içerisinde koca bir yürek...

Rize’de başlayan hayatının çocukluk yılları Bitlis’te, Siirt’te, Erzurum’da geçmiş. Babasının memuriyeti, kendisinin öğrenciliği, askerliği ve meslek hayatı onu memleketin bir diyarından almış bir başka diyarına göç ettirmiş durmadan.

Bedeni Anadolu’nun illerinde gezinirken, zihni Türk ellerine yol almış; Semerkant’a, Ötüken'e, Taşkent'e, Bakü’ye, Tebriz'e, Kerkük'e, Üsküp’e ve diğerlerine... Kalbi Anadolu coğrafyasında atarken, zihni Tanrı dağlarının, Turan ellerinin hayaline hasret çekmiş. Hiç çıkmamış; Atalar, Kardaşlar, Soydaşlar diyarları düşüncesinden, unutamamış bir türlü o miras toprakları. Bir türlü kayıtsız kalamamış aramış durmuş o ellere varmanın, o ellerle kucaklaşmanın yolunu, yordamını.

Bu arayışla özündeki cevheri, Türk Milliyetçiliğini keşfetmiş. Torunlara bırakmak üzere atalardan emanet edilen bu kıymetli değere canından fazla önem vermiş, sımsıkı sarılmış. Öyle bir sarılış ki bu, çekilen hiç bir çile, görülen hiç bir zulüm, hiç bir ikiyüzlülük ayıramamış onu bu kutlu mirastan.

Çektiği çile, gördüğü riyakârlıklar, sarıldığı dava ilham olmuş Galip Hocaya... Bir bakmışsın “Ülkücünün Çilesi”ni anlatmış, bir bakmışsın “Bedava Ülkücülük” edenleri... Zalimlere kafa tutmuş Yavuz olmuş iken, Mazlumla Yunus misali hasbihal eylemiş, dert dinlemiş, deva vermiş durmadan...

 “Ülkücü bir Gençle Sohbetler” etmiş;

...Kırılma ve üzülme. “Anlayamadım, gerçek bir ülkücü değil miyim sanki!” diye de şaşırma. Bilirsin; seni çok severim.

Bir insanın çok sevdikleri üzerinde çok hakkı vardır. Evet, henüz ger­çek bir ülkücü değilsin. Ruhunun zenginliği, yüreğinin büyüklüğü, ülkü yolunda verdiğin mücadeledeki yiğit­liğin sonucu değiştirmez. Gençsin. İnsanoğlu, gençlik çağında, herşeye olduğu gibi, ülkücülüğe de sadece adaydır. Hiç unutma: Bugün, tamamen haklı olarak, ülkücülüğe aykırı davranışlarından ötürü kınadığın ağabeylerin, senin yaşında iken, ülkücülüklerine asla toz kondurtmak istemezlerdi. Ama hayat adını ver­diğimiz düşmana yenildiler. Şimdi sapmalarını bağış­latmak için, münasip bir bahane aramanın peşine düş­müşlerdir. Sana, kendi neslimin durumunu anlatayım:

Çoğumuz ülkücülük imtihanını kazanamamış, sınıfta kalmışızdır! Kaydımız silinmiştir! Pek azımızın aday­lığı hâlâ devam ediyor: Dikkat etmelisin: Adaylık ke­limesini kullandım. Çünkü hiçbirimiz, bütün gayret­lerimize rağmen, tam bir ülkücü olamamışızdır. Da­ha bir kısmımız yarı yolda tükeneceğiz. Gerçek ülkücülüğe ne kadar yaklaşabildiğimizin hesabı son ne­feslerimizi verdikten sonra çıkarılacaktır.

Neden böyle oluyor? Sorunun cevabını daha önce de vermiştim: Hayat dediğimiz en büyük düşmana yenilmemiz yüzünden böyle oluyor. Yapımız çıkarla­rımızdan vazgeçebilmeye müsait değildir. Hele çağı­mıza hükmeden maddecilik, belki de hiç kavuşulamayacak bir sevgili uğruna zahmet çekmemize, acılara katlanmamıza imkân vermiyor. Ancak bir müddet, özellikle hiçbir sorumluluğu yüklenmediğimiz gençlik yıllarında her türlü baskıya dayanabiliyor, biraz yaş­lanıp çoluk çocuğa karışınca dökülüyoruz.

Senden istediğim, gerçek bir ülkücü olmağa ça­lışmanın, aynı zamanda bir ülkü değeri taşıdığını bilmendir. En büyük düşmanını şimdiden tanımalısın. Hayatın boyunca, ülküne ihanet etmen için sayısız tuzaklar kurulacağını daima hatırında tutmalı, yenik düşmemeğe hazırlanmalısın. Gerçek ülkücülüğü ülkü edinecek, çağımız şartları içinde, adaylığı korumanın bile büyük bir şeref sayılması gerektiğini öğrene­ceksin. Yenik düşmemenin, ülkü kavgasını bir ömür boyu yürütebilmenin sırrı nedir? Yenilmemenin tek sır­rı vardır:

Nefsini yenmek! Ama nefsini yenmek, söy­lendiği kadar kolay bir iş değildir. Nefsini yenebilen bir yiğit, bütün dünyayı yenmiş sayılır.”

Başta da dedik ya işte; Galip ERDEM... Anlaşılması basit mi basit, anlatması zor mu zor, ERDEM sahibi büyük bir insan...

Özüne yabancılaşan bir milletin hiçbir sahada ilerlemesinin, gelişmesinin mümkün olmadığını bilen; teknik gelişmeleri benimserken, millî kültüre bağlanmanın bir milliyetçilik, bir yaşam ve devamlılık şartı olduğunu kabul eden bir anlayışla Türk Milleti ve Türk Milliyetçiliği davası için mücadele eden bir düşünür, bir dava adamı Galip Hoca.

“Efendi, önce Türkiye'yi sev, Türkistan'ı sonra seversin!” diyecek kadar zekâ ve mantık özürlü olanlara, “Gönül fukaralığı neyse ne ama akıl kıtlığına düşen kullarını Tanrı korusun” diyerek dua eden ve “Sen de önce babanı sev, ananı sonra seversin!” diyerek cevap veren bir ülkü adamı Galip Hoca.

Kara eylülde zulüm gören Ülküdaşlarının adaletle yargılanması için 7 yıl boyunca canla başla çabalayan, uğraş veren, Ülkücü Kuruluşlar davasının sanıklarının savunuculuğunu üstlenenlerden her zorluğa rağmen bu davayı omuzlayanlardan biri, bir adalet adamı Galip Hoca.

12 Eylül sonrasında herkesin kaçtığı, korktuğu bir dönemde zamanın tek gücü, Kenan Evren’e; “MHP’nin yöneticilerini yakından tanırım, MHP’nin ülküsünü, fikirlerini, gayelerini, emellerini iyi bilirim, aynı zamanda paylaşırım. Ülkücü gençliği de çok iyi tanırım. Kültür ve ülkü ağırlıklı eğitimlerine Türk milletinin dünyada yaşaması için nelere bağlı kalması gerektiğini öğrenmelerine elimden geldiği kadar hep yardımcı olmuşumdur” diye mektuplar yazan “Haksızlık karşısında susan, dilsiz şeytandır.” düsturuyla doğruyu ve hakikati her ortamda ve her şartta dile getiren bir tavır adamı Galip Hoca.
Herkesin bildiği ama neredeyse kimsenin aklına getirmediği, dillendirmediği gerçeği, “Türk Milleti’nin düşmanlarının sayıca çok ve güçlü olduğunu” her zaman hatırlayan ve hatırlatan ve bu nedenle Türk Milleti’nin başlıca varlık ve devamlılık şartı olan “Milli Birlik ve Beraberliği” önemseyen ve bu uğurda türlü çilelerle yüz yüze gelen çile çekmenin ustası bir sabır adamı Galip Hoca…

Allah rızasına erişmek ve milletini mutluluğa, huzura taşımak kaygısıyla yola çıkan bir düşünür, gönül, millet ve Allah adamı Galip Hoca.

Kelimelerle anlatılamayacak bir şahsiyetin adı Galip Erdem...

1997 yılının Mart ayının 12. gününün gecesinde Hakka yürüyen, ruhunu Azrail’e, düşüncesini, fikrini ve mücadelesini bizlere teslim eden bir bayrak GALİP ERDEM...

Ruhun Şad, Mekanın Cennet olsun Hocam...

Galip ERDEM duası;

“Allah’ım, sana layık insanlar olalım, önce Hakka, sonra halka hizmet etmesini bilelim. Bize büyük millet olmanın yollarını göster, nefsimizin yerlerini, sınırlarını bildir, iyi görünmenin de yetmediğini anlat bize, iyi olmanın şerefini öğret.”

1 Mart 2010 Pazartesi

SOLİDARİZM / SOLIDARITE / DAYANIŞMACILIK / TESANÜTÇÜLÜK / MART 2010

Bu çalışma Ülkü Ocakları Eğitim ve Kültür Vakfı Dergisinin Mart 2010 sayısında yayımlanmıştır...


SOLİDARİZM NEDİR?

Mehmet Ziya GÖKALP         için;     Toplumsal Dayanışma Düşüncesinin,
Mustafa Kemal ATATÜRK    için;     Cumhuriyet İlkeleri’nin,
Alparslan TÜRKEŞ                için;     Doktriner Hareket’in, kaynaklarından birisi...
Türk Kültürünün ve İslam Dininin sosyal hayata ilişkin kurallarının yabancı bir dildeki ifadesi...

Fransız Toplum Biliminin kurucusu kabul edilen Emile Durkheim’in (1858 – 1917) ortaya koymuş olduğu ve büyük Türkçü Mehmet Ziya GÖKALP (1876 – 1924) tarafından Türk Milleti’nin öz değerleri ile yoğrulan anlayışın adıdır: “Solidarizm”. Dilimizdeki karşılığı ‘Dayanışmacılık’ olarak ifade edilen bu kavram Cumhuriyet Türkiye’sinin üzerine bina edildiği ve Mustafa Kemal ATATÜRK tarafından ortaya konulan temel düşüncelerin de kaynaklarından biridir. Aynı zamanda Ülkücü Hareketin esas görüşlerinin ve programının ifadesi olan ve Başbuğ Alparslan TÜRKEŞ tarafından kaleme alınan ‘9 Işık Doktrini’ndeki fikirlerin de bir parçasıdır.

Fransızcada ‘Solidarite’ kelimesi ile ifade edilen bu kavram Toplumsal sorunların içinden çıkılmaz hale geldiği bir dönemde Fransız Toplum Bilimci Emile Durkheim tarafından söz konusu sorunları ortadan kaldırma ve toplumsal huzuru sağlama amacına hizmet yönünde ortaya konulmuştur. Durkheim’in Solidarizm düşüncesi 19. Yüzyılda etkili olan ve toplumun dertlerine çözüm üretmek bir yana yeni sorunlar türeten düşünce sistemlerinin eleştirisi olarak ortaya çıkmıştır. Marksist Sosyalizmdeki sınıf kavgalarını veya özel mülkiyete sınırsız devlet müdahalesini ya da Kapitalizmdeki zenginin servetine servet kattığı ve fakirin daha da fakirleştiği sınırsız mülkiyeti veya bunlar gibi toplumsal huzuru ve dayanışmayı zedeleyip, toplumu çatışmaya iten anlayışları kabul etmemektedir.

Bilindiği gibi Marksistlere göre bir toplumda mutlak surette toplumsal sınıflar olacak, bu sınıflar arasında bir kavga bir mücadele yaşanacak, bu mücadele sonrasında işçilerin oluşturduğu sınıf devrim yapacak, sonra bir anda sınıfsız, özel mülkiyet hakkının olmadığı, sosyalist/komünist, herkesin elindekiyle yetindiği ya da yetinmek zorunda bırakıldığı huzur dolu(!) bir toplum ortaya çıkacaktır. Kapitalizmin olmazsa olmazı ise sahip olduğu iktisadi güç ile bireyler ve tabi ki toplum üzerinde baskı unsuru ve iktidar sahibi olma çabası içerisindeki sermaye sahipleridir. İşte solidarizm (dayanışmacılık) bu ve benzeri düşünceler yerine daha dengeli ve daha toplumcu, dayanışmacı bir sistem öngörmektedir.

Auguste Compte’un fiziği veya Herbert Spencer’in biyolojiyi kullanarak birey temelli bir Toplum Bilimi anlayışı sergilemelerine karşılık Emile Durkheim Solidarite kavramı ile Toplumu ve Toplumsal olayları yine Toplum temelli olarak irdelemiştir. Ona göre; “Toplumsal olay bireye bağlı, bireyle başlayıp bireyle biten bir süreç değildir. Toplumsal olay bireyi aşkındır, birey ona katılır ve her birey için toplumsal olaya katılmak kaçınılmazdır. Çünkü toplumsal olaylar genel, zorunlu bireyi ve bireyler arası ilişkileri belirleyen Din, Ekonomi, Hukuk, Ahlak, Siyaset, Bilim ve Sanat türünden olaylardır.”

Bu bağlamda genel hatlarıyla ve kısaca Solidarizm;
  • Toplumu sınıflara bölmeden, ayrıştırmadan; iş bölümü anlayışı içerisinde bir arada tutma ve karşılıklı işbirliğini sağlama düşüncesidir. Sınıfsal çatışmayı değil, mesleksel farklılaşmayı ve uzlaşmayı kabul eder.
  • Katıksız, manevi temele dayanmayan bilimselliği ve dogmatik, bilimsellikten uzak dinselliği reddeden, ikisinin arasında bir uyumun varlığını savunan bir orta yoldur,
  • Serbest teşebbüslere ve özel mülkiyete engel olmadan, gerektiği durumlarda devlet müdahalesini öngören bir düşüncedir. Temel hizmetlerin, ihtiyaçların devlet tarafından yerine getirilmesini, karşılanmasını savunur.
  • Sosyalizm ile liberalizm arasında daha ılımlı, daha dengeli; Müslüman Türk Milleti ve Türk Devleti için en uygun olan bir üçüncü yoldur.


Emile Durkheim’in bu görüşlerini en iyi ve en doğru bir şekilde anlayıp Milletimizin içinde bulunduğu maddi hal ve manevi ruha en uygun sistemi geliştiren Mehmet Ziya GÖKALP olmuştur. Türk toplumunun geçmişte zaten sahip olduğu, bugün ve bugünden sonra da sahip olması gerektiği yegâne varlık değerinin Toplumsal Dayanışma olduğu görüşünü savunmuştur.

Türkçülüğün Esasları eserinde GÖKALP toplumsal dayanışmanın en önemli unsuru olarak Yurt Ahlakına sahip olmanın gerekliğinden bahsetmiş bunun bir ifadesi olarak da;
‘Yurt, ulusal kültürdür. Demek ki yurt, dinsel, ahlaksal, estetik güzelliklerin bir müzesidir, bir sergisidir. Öyleyse ulusal kültürümüzü bütün güzellikleriyle ne zaman ortaya çıkarırsak yurdumuzu en çok o zaman seveceğiz ve bu denli şiddetle seveceğimiz o sevimli yurt uğruna şimdiye değin yaptığımız gibi yalnız tehlike zamanlarında yaşamımızı değil, barış anlarında da kişisel ve toplumsal tutkularımızı gözden çıkarabileceğiz.’ demiştir.

GÖKALP’a göre toplumsal dayanışmanın sağlanması için ikinci unsur ise ‘Uygar Ahlak’tır. Bu da yurt içerisinde yaşayan her bireye karşı sevgi ve saygı duyguları besleyerek muhabbet ve hoşgörü ile yaklaşmak şeklinde ifade edilebilir. Bu konuda da şu görüşleri dile getirmiştir: ‘... Yurdumuzu, ulusumuzu nasıl seviyorsak, yurttaşlarımızı da öyle sevmeliyiz. Bütün yurttaşlarını sevmeyen bir kişi, ulusunu da sevmiyor demektir...’

Türk Milliyetçiliğinin sistematiğini ‘Türkçülüğün Esasları’ eseriyle ortaya koyma çabası içerisindeki GÖKALP bu eserinde Toplumsal Dayanışma ve huzurun gerekliliği ve devamlılığı için ‘Yurt Ahlakı’ ve ‘Uygarlık Ahlakı’nın varlığının ve yükseltilmesinin gerekliliğini ifade ettikten sonra bir diğer gereklilik olarak da ‘Uğraş Ahlakı’nın geliştirilmesinden bahsetmektedir.

GÖKALP eserinde bu konuyu özetle şu şekilde ifade etmiştir:
“Her ulus, toplumsal işbölümü sonucu bir takım uğraş ve uzmanlık topluluklarına ayrılır. Mühendisler, doktorlar, müzisyenler, öğretmenler, yazarlar, askerler, avukatlar, tüccarlar, çiftçiler, fabrikatörler, marangozlar, terziler, değirmenciler, fırıncılar, kasaplar, bakkallar gibi topluluklar birbirine gereklidirler ve gereksinim duyarlar. Birbirlerine yaptıkları hizmetler, buna karşı duydukları gereksinimler bir türlü dayanışma değil midir?
Bu dayanışmanın gerçekleşmesi için ilk başta iş bölümünün ortak bilinci olan bir toplumda ortaya çıkması gerekir. Farklı uluslardan olup da ortak bilinci bulunmayan toplulukların iş bölümü, Durkheim’in ifadesi ile ‘karşılıklı asalaklık’tır.
İkinci koşul uğraş topluluklarının bütün ülkeyi kapsayan ulusal örgütler biçiminde örgütlenmelerinden sonra, her uğraş topluluğunda uğraşla ilgili bir ahlakın kurulmasıdır. Uğraş ahlakı söz konusu uğraş topluluğunun uyması gereken kurallar bütünüdür. Askerlerin korkak, polislerin düşkün, yargıçların yan tutan, öğretmenlerle yazarların bilgisiz ve ülküsüz olmaları uğraş ahlakına aykırıdır. Avukatlarla, doktorların gizliliğe uymaları da uğraş ahlakı gereğidir. Uğraşsal görevlerin bu yaptırımları her uğraş örgütüne özgü onur kurallarıdır.
Bireylerin; uğraş uzmanlarına karşı yaşayışlarını, onurlarını, özgürlük ve çıkarlarını koruyacak biricik yaptırım, uğraş ahlakı ile ilgili örgütler ve yönetmeliklerdir ve bunlar var olmadıkça çeşitli uğraşlar arasında gerçek bir dayanışma var olamaz. Unutmamak lazımdır ki; ulusal dayanışmanın güçlendirilmesi, toplumsal düzen ve ilerlemenin, ulusal özgürlük ve bağımsızlığın temelidir.”

GÖKALP tarafından bu şekilde anlaşılan ve özet olarak böyle ifade edebileceğimiz ‘toplumsal dayanışmacılık’ fikri Mustafa Kemal ATATÜRK tarafından da kabul görmüş ve hatta Cumhuriyetin ilkeleri arasında yerini almıştır. Neredeyse Cumhuriyet ilkelerinin tamamına etki eden bu anlayış temelde GÖKALP’ın ifade ettiği düşüncelerin aynısı niteliğindedir. Mesela Cumhuriyetin temel ilkelerinden biri olan Halkçılık; solidarizmin devlet felsefesi olarak aldığı haldir. Sınıf ayrıcalıklarına ve sınıf farklılıklarına karşı olan; hiç bir bireyin, ailenin, sınıfın, organizasyonun; diğer gruplar üzerinde olmasını kabul etmeyen bir fikirdir. Halkçılık, Türk Vatandaşlığı fikri etrafında ortak anılar, ortak kültür ve birlikte bir yarın düşüncesi içerisinde iş bölümü anlayışı ile hareket etme düşüncesidir. Yine aynı şekilde diğer temel ilkelerde de bu düşüncenin etkilerini görmek mümkündür.

Ülkücü Hareketin Başbuğu merhum Alparslan TÜRKEŞ de Ziya GÖKALP’ın Emile Durkheim’den etkilenerek ortaya koyduğu ve Mustafa Kemal ATATÜRK tarafından da kabul görmüş olan ‘Dayanışmacılık’ fikrine Dokuz Işık isimli eserinde (1969 Kurultayı ile Milliyetçi Hareket Partisi parti programı) yer vermiştir.

Dokuz Işık Doktrini; Türkiye’nin ve Türk Milleti’nin Kapitalist Emperyalist Amerika ile Sosyalist Emperyalist Rusya arasındaki mücadelede taraf ve sömürge olmaya zorlandığı ve bu ikilemin herkeste etki göstermeye başladığı bir dönemde ‘Üçüncü Yol’ olarak Alparslan TÜRKEŞ tarafından önerilen sistemin adı, ‘Milli Türk Ülküsü’ ve ‘Milli Türk Doktrini’dir. Türk toplumculuğu da bu Doktriner görüşün önemli bir parçasıdır. İşte söz konusu Dayanışmacılık kavramı ‘Dokuz Işık Doktrini’nde Toplumculuk maddesi altında ifade edilmiş bununla beraber diğer Doktrin maddelerine de etki etmiştir. Eserdeki toplumculuk kavramı Alparslan TÜRKEŞ’in bizzat kendisi tarafından özet olarak şu şekilde belirtilmiştir:
“Toplumculuk:
Her çeşit faaliyetin toplumun yararına olacak şekilde yürütülmesi görüşüdür. İçtimai (Sosyal) Toplumculuk ve İktisadi (Ekonomik) Toplumculuk olmak üzere iki ayrı bölümü kapsamaktadır.
İktisadi görüş olarak mülkiyeti esas kabul eden, fakat mülkiyetin millet zararına kötüye kullanılmasına karşı olan bir görüşü belirtir. Karma ekonomiyi ve ana stratejik iktisadi faaliyetlerin devlet kontrolünde bulunmasını öngörür.
Sosyal görüş olarak; sosyal adalet düzeni, fırsat eşitliği, sosyal güvenlik ve sosyal yardımlaşma teşkilatı kurulmasını kabul eder.”

Görüldüğü gibi dönemsel şartlar ve gelişimlerin getirdiği farklılıklar dışında Emile Durkheim’den etkilenen Ziya GÖKALP’ın Toplumsal Dayanışma esasına dayanan görüşü ile Mustafa Kemal ATATÜRK’ün ortaya koyduğu Cumhuriyet İlkelerinin mantığı veya Alparslan TÜRKEŞ’in Toplumculuk Doktrini arasında ayrım yapmak mümkün değildir. Dönemsel gelişmelere göre küçük farklılıklar taşıyan ve görünürde Fransız bir düşünürden alınarak memleketimizde uygulanmasının gerekliliği savunulan bu fikir aslında Türk Milleti’nin ilk çağlardan itibaren sahip olduğu bir anlayışın ifadesidir. Bu yüzdendir ki bu görüş yukarıda adı geçen şahsiyetler ile birlikte birçok devlet adamı ve düşünür tarafından kabul görmüştür.

İslam öncesi Türk Topluluklarına baktığımız zaman söz konusu dayanışmacılığı en açık bir şekilde görmemiz mümkündür. Örneğin dünyadaki birçok halk topluluğunun sınıfsal çatışmalar içerisinde olduğu dönemlerde Türklerde böyle bir çatışmaya rastlamak mümkün değildir. Asker ile sivil, yönetici ile yönetilen, işçi ile işveren gibi sınıfsal ayrım ve çatışmaları görmek imkânsız gibidir. Tam tersine toplum içinde tam bir iş bölümü ve dayanışma söz konusudur. Özel mülkiyet ve bireysel menfaatler konusundaki sınır Türk Toplumun genel huzuru, dayanışmasıdır. Bir toplumda sınıfların ve çatışmanın var olması için gerekli olan ekonomik, dini, idari ve siyasi etkenler Türk Toplumlarında sınıfsal ayrımı var edecek oranda etki göstermemiştir. Nitekim Göktürk Hakan’ı Bilge Kağan halkına hesap verirken; ‘... aç budunumu tok, çıplak budunumu giyimli, yoksul budunumu bay kıldım ...’ derken bundan yüzlerce yıl sonrasında Fransız Kraliyet mensuplar halkın açlığı karşısında şu şekilde bir ifade kullanıyorlardı: ‘Ekmek bulamıyorlarsa, pasta yesinler.’

Diğer taraftan İslam toplumlarında toplumsal dayanışma ilahi emrin bir gereği olarak hep önemsenmiştir. Komşusu açken tok yatmayan, kendisi için istediğini din kardeşi için de isteyenlerin oluşturduğu topluluk toplumsal dayanışmanın en güzel örneği değil de nedir acaba? Bunun gibi farz kılınan Zekât verme veya tavsiye edilen Sadaka dağıtma anlayışı da yine toplumsal dayanışmayı örnekleyen kurallardır.

Bütün bunlardan hareketle söyleyebiliriz ki;
Solidarizm (Solidarite, Dayanışmacılık, Tesanütçülük) hangi sözcük ile ifade edilirse edilsin aslında Türk ve İslam toplumunun yüzyıllar öncesinde zatında var olan fakat yıllar içerisinde çeşitli nedenlerle yozlaşmış, unutulmuş, kaybedilmiş ve yitirilmiş bir düşünce sistemidir. İşte bu düşünce sistemi Ziya GÖKALP’ın önce esinlenmesi ve sonrasında hafıza yoklaması ile yeniden keşfedilmiş, Mustafa Kemal ATATÜRK’ün eli ile de yeni Cumhuriyetin inşasında temel taşları arasında yerini almıştır. Temel taşlarının yerinden oynatılamayacağını, yok edilemeyeceğini anlayanlar üzerini kapamaya ve onu değiştirmeye çabalamış, bu çaba merhum Alparslan TÜRKEŞ ve yol arkadaşlarınca fark edilince de “Doktriner, Milliyetçi, Ülkücü Hareket” ortaya çıkmıştır ve bugün hala söz konusu taraflar arasındaki mücadele devam etmekte…

Fikirleri, emekleri, alın terleri, kanları ve hatta canları ile Milletimizin varlık mücadelesine destek olmuşlara, olanlara ve olacaklara; rahmet, bereket, güç, sabır ve metanet duasıyla...
Ne Mutlu Türk’üm Diyene!

Kaynaklar;
  • Ziya GÖKALP                      ,               Türkçülüğün Esasları
  • Alparslan TÜRKEŞ               ,               Dokuz Işık
  • Serdar     SAĞLAM              ,               Ziya GÖKALP’ta Solidarizm ve Millî İktisat
  • Zafer TOPRAK                     ,               II. Meşrutiyet'te Solidarist Düşünce: Halkçılık