Bu Blogda Ara

1 Mayıs 2015 Cuma

AKP VE HUKUK / MAYIS 2015

Bu yazı Ülkü Ocakları Eğitim ve Kültür Vakfı Dergisinin Mayıs 2015 sayısında yayımlanmıştır...

VAAT : HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ

SONUÇ : ÜSTÜNLERİN HUKUKU


Toplumsal hayatın başlaması ile birlikte düzenin tesisi ve devamlılığı için insanlar belli başlı kurallar ortaya koymuş ve bu kurallara bağlı kalarak hareket etmişlerdir.

Genel olarak bakıldığında bu kuralları şu 4 ana başlık altında toplayabiliriz; din kuralları, ahlak kuralları, örf ve adet kuralları ve son olarak toplumsal meseleleri düzenleyen, insanın insanla, devletin insanla ilişkilerini düzenleyen ve devletin yaptırım gücünü belirleyen, hukuk kuralları.

Toplumsal düzen kuralları olarak adlandırabileceğimiz bu kurallar arasında tam bir ayrım yapmak mümkün olmamakla beraber, her bir kurallar bütünü bir diğer kurallar bütününü etkiler ve besler niteliktedir.

Tarihin seyri içerisinde milletimiz de belli başlı kurallar doğrultusunda varlığını devam ettirmiştir. Türk Milleti yüzlerce ve hatta binlerce yıl “Töre” adını verdiği kurallara tabi olarak yaşamıştır. Töre klasik anlamda yazılı bir kanunu veya hükmü değil, nesilden nesile aktarılan ve sözlü olarak varlığını sürdüren kuralları ifade etmektedir. Milletimiz için törenin ne denli önemli olduğunu Divânu Lügati't-Türk’te geçen “El kaldı törü kalmas” yani “Devlet terkedilir, Töre terkedilmez.” sözünden anlamak mümkündür. Töre üç kaynaktan oluşmuştur. Törenin en önemli kaynağı halktır. Halkın geçmişten geleceğe sahip olduğu yaşam tecrübesi ile töre oluşmuş ve nesilden nesle intikal etmiştir. İkincisi beylerin, kurultayda aldıkları kararlardır. Üçüncüsü ise bizatihi Han’ın teşebbüsleri ile gelişir. Burada dikkat edilmesi gereken şudur ki Töre’nin en temel hükümlerinin çerçevesini halk çizer, Kurultay ve Han’ın ortaya koyduğu kurallarda bu çerçeve içerisinde yer alır.

İslamiyet’in kabulü ve sonrasında Cumhuriyet dönemine kadar milletimiz Töre’nin yani örfi hukukun yanında dini kuralları içeren şer’i hukuka da devlet yönetiminde ve halk ile devlet ilişkilerinde yer vermiştir. 23 Aralık 1876 tarihinde kabul edilen Kanun-ı Esasi ile tam olarak olmasa da günümüz anlamında yazılı hukuk kuralları hayata geçirilmiştir.

Yeni Türk Devleti ile birlikte şer’i ve örf’i hukuk tamamıyla terkedilmiş ve yazılı hukuk kuralları oluşturulmuştur. 1921, 1924, 1961 ve 1982 anayasaları Cumhuriyet Türkiye’sinin temel kanunlarını içeren metinler olmuş ve bu anayasaların çizdiği çerçeve içerisinde çeşitli alanlarda çıkarılan yasalar vb. gibi hukuki metinler ile kişiler arasındaki ve devletle vatandaş arasındaki ilişkiler düzenlenmiştir.

Yukarıdaki izahatlarımızda görüldüğü üzere Türk toplumu da diğer dünya toplumları gibi farklı dönemlerde farklı kurallara tabi olarak toplumsal hayatını düzenlemiştir. Bu kurallar içerisinde hukuk kurallarını diğerlerinden ayıran husus bizzat devlet tarafından belirlenmiş olması ve uygulayıcısının da devlet olmasıdır.

Hukuk kavramının genel manası ve milletimizin hukuk serüvenini bu şekilde kısaca özetlemeye çalıştık. Şimdi asıl konumuz olan AKP ve Hukuk konusuna geçebiliriz.

Ülkemizde 13 yıldır iktidarda bulunan Adalet ve Kalkınma Partisi, 14.08.2001 tarihinde kurulmuş ve 03.11.2002 tarihinde yapılan genel seçimler ile tek başına iktidar olmuştur. İsminden de anlaşılacağı üzere kurulduğu günden itibaren AKP’nin seçmenlere vaatlerinin başında adalet gelmektedir. Bu anlamda parti programında hukuk reformu yapılacağı, temel hak ve özgürlüklerin korunacağı, hukukun üstünlüğüne dayalı bir yönetim anlayışının ortaya konulacağı, gelir adaletinin sağlanacağı gibi söylemler ön plana çıkmıştır.

3 Kasım 2002 seçimleri sonrasında tek başına iktidara gelen AKP iktidar olduğu günden bugüne ne yazık ki vadettiğinin aksine hukuk düzenini altüst etmiş, toplumun adalet kurumuna güvenini temelden sarsmıştır. Bugün yapılan kamuoyu anketlerinde Türk Milleti adına karar veren mahkemelere ve Türk adalet sistemine olan güvensizlik bu gerçeği ortaya koymaktadır.

Özellikle torba yasa adı verilen ve kanun yapımı açısından pek de sağlıklı olmayan bir yöntem ile gerçekleştirilen yasal düzenlemeler Türk hukuk sisteminde yasaların bütünlüğüne zarar vermekte, adeta yasaları yamalı bohçaya çevirmektedir. AKP 13 yıllık iktidarı süresince bu şekilde 150’nin üzerinde torba yasa çıkarmıştır. Bu yasaların içerisinde doğru ve haklı düzenlemeler olmakla beraber, birçoğu kişilere ve olaylara özel ve hukukun dışında farklı amaçlara hizmet eden değişikliklerdir. Demokrasinin hâkim olduğu ülkelerde kanunlar toplumun geneline yönelik ve toplumsal konuları düzenleyen metinlerdir ve şahıslara özel kanun çıkarılamaz.

Hukukun en önemli amacı adaleti tesis etmektir. Adalet hakkın gözetilmesi, hak ve hukukun tecellisinin sağlanmasıdır. Bu sayede toplumsal düzen bozulmaz ve daha huzurlu bir toplumsal hayat söz konusu olur.

AKP geride kalan 13 yıllık sürede toplum genelini alakadar eden konularda adalet anlayışının ötesinde siyasi bir tavır izlemiş, toplum menfaatinden çok yandaşların menfaatini ön plana çıkarmıştır. Toplum genelinde infiale neden olan birçok davanın soruşturma ve kovuşturma sürecinde yargı bağımsızlığı, hâkim tarafsızlığı, adil yargılanma ve savunma hakkı, masumiyet karinesi, eşitlik ve hak arama hürriyeti gibi evrensel hukukun ilkeleri yok sayılmış hem dünya gündeminde hem de millet nezdinde adalet sistemimiz büyük yara almıştır. Biraz hafızamızı yoklamakta fayda var…

AKP tarafından 2004 yılı içerisinde yapılan anayasa ve kanun değişiklikleri ile idam cezası kaldırılmış, gerek hukuk önünde ve gerekse de toplumun vicdanında ölüm cezasına mahkûm edilen, otuzbin kişinin katili olan bir cani bu sayede ölümden kurtulmuştur.

Ergenekon ve Balyoz şeklinde adlandırılan ve birçok kişiyi işinden, ailesinden, itibarından, sağlığından ve hatta hayatından eden davalar, başlangıçta davaların tarafı hatta savcısı olduğunu ifade eden idareciler tarafından eleştirilmiş, birer düzmece dava oldukları, kendilerinin de kandırıldıkları ifade edilmiştir. Gelinen noktada bu davalardan yargılanan, tutuklanan, hasta olan, intihar eden, ailesinden, işinden ayrı kalan insanlara suçsuz oldukları, davayı yürüten ve bir zamanlar kahraman ilan edilen hâkim ve savcıların ise paralel adı verilen ve düne kadar iktidar ile koyun koyuna olan bir yapının mensubu olduğu söylenmektedir.

2009 yılının ekim ayında 34 PKK’lı Habur sınır kapısından ülkemize giriş yapmış, yasalarımızda açıkça duruşmaların sadece mahkeme salonunda yapılacağı hükmü yer alırken bu şahıslar için bir okulda özel mahkeme salonu oluşturulmuş, örgüt mensuplarını rahatsız etmemek için duvardaki Türk bayrağı ve Atatürk portresi indirilmiş, teröristler pişman olmadıklarını söylemelerine rağmen haklarında etkin pişmanlık hükümleri uygulanmış ve her bir şüpheli için ortalama 7 dakika süren bu tiyatro sonrasında 34 kişinin tamamı serbest bırakılmıştır.

Yasadışı örgütün şehir yapılanması olduğunu açıkça ifade eden KCK’ya yönelik operasyonlarda gözaltına alınan ve örgütle bağları tespit edilenler, “Açılım Süreci” olarak ifade edilen ihanet projesi zarar görmesin diye masa başında yapılan pazarlıklar sonrasında hukuka aykırı bir şekilde birkaç saat içerisinde serbest bırakılmıştır.

Oslo’da terör örgütü PKK temsilcileri ile görüşmeler yapan ve bu görüşmelerde kanunlarımıza aykırı davranış ve söylemlerde bulunan MİT müsteşarı Hakan Fidan, KCK soruşturmaları kapsamında 07.02.2012 şüpheli sıfatıyla ifadeye çağrılmış, yapılan soruşturmanın kendisine kadar uzanacağını düşünen dönemin Başbakanı Erdoğan, Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanunu’nun 26. maddesini değiştirmek suretiyle bu soruşturmanın yürütülmesini engellemiştir.

17 – 25 Aralık 2013 tarihleri arasında içerisinde dönemin bakan çocuklarının ve hatta dönemin başbakanın oğlunun da bulunduğu kişilere karşı, rüşvet ve yolsuzluk gerekçesi ile gerçekleştirilen operasyonlar durdurulmuş, toplum genelince görülen, duyulan, yetkili kurum ve kuruluşlarca gerçekliği, hukuka uygun olduğu tespit edilen ses ve görüntü kayıtlarına rağmen, başlatılan soruşturma iktidar baskısıyla takipsizlikle sonuçlanmıştır.

AKP’nin ilk zamanlarından bugüne gizli ortağı olan, ona omuz veren ve onu tüm gücüyle destekleyen, AKP’nin birçok hukuksuz uygulamasında da beraber hareket eden Gülen cemaatinin mensupları Recep Tayyip Erdoğan ile Gülen arasındaki anlaşmazlık nedeniyle bugün paralel yapı soruşturması adı altında hukuksuz muamelelere maruz kalmaktadır.

Ergenekon davasının savcısı Zekeriya Öz söz konusu soruşturmayı başlattığında dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan onu kahraman ilan etmiş, kendi makam aracını ona tahsis etmiş iken aynı savcı nasıl olduysa hükümetle ters düştüğü için Recep Tayyip Erdoğan’ın çeşitli hakaretlerine, ihanet ithamlarına maruz kalmakta ve hatta 4 hukukçu meslektaşı ile birlikte meslekten ihraç edilmektedir.

Hukuka duyulan güveni ortadan kaldıracak bunlara benzer sayfalar, kitaplar dolusu örnek vermek mümkün. Sınavlarda yapılan usülsüzlüklerin önce reddedilip, sonra paralel denen yapının üzerine yıkılması, muhalif kesimlere uygulanan baskı ve sindirme, bürokrasideki partizanlık gibi birçok olayda ve konuda ne yazık ki iktidar hukukun üstünlüğünü değil, üstünlerin hukukunu yaşatıyor. Hukukun uygulayıcısı olan bürokratları, yargı mensuplarını kimi zaman işlevsiz bırakarak, kimi zaman baskıyla sindirerek ve kimi zaman da direk müdahalelerle etkisiz bir hale getiriyor.

Türkiye Cumhuriyeti’nin en yüksek makamını işgal eden, Cumhurbaşkanı sıfatını taşıyan zat Anayasayı, kanunları ve en önemlisi namus ve şeref üzerine ettiği yemini yok sayarak hem hukuka aykırı hareket ediyor hem de gayri ahlaki bir tavır sergiliyor. Her ne kadar partiler üstü bir sıfatın sahibi olsa da AKP’nin bir mensubu, bir neferi gibi hareket ediyor.

AKP’nin parti programının giriş kısmında şöyle deniliyor;

“Toplumları ve devletleri tahrip eden yozlaşma, yolsuzluk, usulsüzlük, çıkarcılık, iltimas, hukuk önünde ve fırsat açısından eşitsizlik, ırkçılık, partizanlık, despotluk gibi olumsuzluklar partimizin en yoğun mücadele alanlarıdır.”

Yukarıdaki tespitlerimizden de anlaşılacağı üzere AKP kendi programında mücadele alanı olarak belirttiği olumsuz ne varsa 13 yıldır bizzat bu alanlarda kendisi faaliyet göstermiş; yapmayacağını, yaptırmayacağını iddia ettiği ne varsa kendisi yapmış ve bununla da kalmayarak her türlü hukuksuzluğu kendince haklı bir gerekçe bularak haksızlık ve adaletsizlikleri toplum nezdinde meşrulaştırmıştır.

Gerek dinimiz gerekse töremiz haksızlık yapmamayı ve aynı zamanda haksızlıklara boyun eğmemeyi öğütlemiş, emretmiştir. Türk Milleti’nin bir mensubu olarak bugün şanlı tarihimizle övünebiliyorsak bu savaş meydanlarındaki kabiliyetimizin, kazanılan zaferlerin ötesinde ahlakımızın, örf ve âdetimizin, adaletle hükmetmekteki maharetimizin bir sonucudur.

İnsanın insanla ve insanın devletle barışık yaşaması hukukun üstün tutulması ve adalet ile mümkündür. Ülkücü Hareketin kurucusu merhum Başbuğumuz Alparslan Türkeş de “İnsanlar; yoksulluğa, açlığa, susuzluğa tahammül ederler. Fakat adaletsizliğe, hor görülmeye, aşağılanmaya asla müsaade, müsamaha etmezler.” diyerek adaletin toplumsal huzur için olmazsa olmaz olduğunu ortaya koymuştur.

Son olarak şunu belirtmek gerekir ki, bir toplumda adaletin sağlanması ve huzurun tesisi için hukuk kuralları ve o kurallara riayet edilmesi önemlidir. Ancak daha önemli olan o kuralları uygulayacak kişilerin ahlaklı, vicdanlı olmasıdır. Yalancılık, riyakarlık, ahlaksızlık sahibi kişiler hangi kanunlarla ve hangi usullerle hükmederlerse etsinler orada adil bir yönetim beklemek mümkün değildir. AKP iktidarı 13 yıllık süreçte diğer bir çok alanda olduğu gibi hukuk alanında da sınıfta kalmıştır ve bu saatten sonra da hukuka uygun hareket etmesi beklenmemelidir.

Türk milleti gözünü açmalı kendisini kandıran, soyan, yozlaştıranlardan vazgeçmeli, gerçek adaleti sağlayacak, hukuku adil ve üstün kılacak olanlara, gönlünde yalnız millet sevdası taşıyan; dürüstlüğü, ahlakı kendisine kılavuz eden vicdan sahibi insanların davetine ses vermeli, artık onların arkasından yürümelidir.

Adaletin hüküm sürdüğü Milliyetçi Türkiye sevdamıza ulaşmak temennisiyle…



NE MUTLU TÜRK’ÜM DİYENE !