Bu Blogda Ara

1 Kasım 2010 Pazartesi

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK / KASIM 2010

Bu yazı Ülkü Ocakları Eğitim ve Kültür Vakfı Dergisinin Kasım 2010 sayısında yayımlanmıştır...

 



BİR BÜYÜK TÜRK, MUSTAFA KEMAL ATATÜRK
            
Kimliğine, rengine, dinine, diline bakılmaksızın tüm fanilerin yol aldığı ve nihayetinde buluştuğu, buluşacağı ortak adresin adıdır ölüm… Hiçbir yaratılanın değiştiremediği ve hiçbir fani için değiştirilemeyen bir olgudur ölüm… Her ne kadar insanların çoğu, yaşamanın sonu olarak değerlendirse de aslında sonsuzluğun başlangıç noktasıdır ölüm…

Yıl 1881…
Selanik’te bir Milletin yeniden şahlanış hikâyesinin Başkahramanı dünyaya ayak basıyordu. Kökleri Karaman Beyliği’ne, Türkmen Boylarına, uzanan bir Yörük Evladı, bir Türkmen Beyi…

20. yüzyılın henüz başlarında Türk Milleti tarihinin en kara dönemlerinden birini yaşamaktadır. Asırlara meydan okuyan, asırlara hâkim olan ve hükmeden Türk Milleti bir varlık-yokluk ikilemi içerisindedir. 40 yiğitle Çin sarayını basan, Bizansı ortadan kaldıran, Kostantinapolisi İstanbul yapan, Viyana’nın kapılarına dayanan 3 kıtada yedi denizde sancak dalgalandıran ceddin torunları, yeni bir Kürşad, yeni bir Fatih beklemektedirler, küllerden doğmak, maziye dönmek için…

İşte 1881 yılının adı bilinmeyen bir gününde Altın sarısı saçları, gök mavisi gözleriyle bozkurt duruşlu, bozkurt bakışlı bir yiğit bekleyenlere müjde olarak gönderilir Yaradan buyruğu ile… Babası Ali Rıza Efendi küçük bir bebek iken bir kaza ile beşikten düşerek ölen kardeşinin ismini verir evladına; Mustafa…

Daha ilkokul yıllarında babasının vefatı sonrasında sarsıntılı bir çocukluk dönemi geçiren Mustafa Kemal yaşadığı her sıkıntıdan biraz daha güçlenerek çıkar.

Askerlik mesleğine olan sevdası ile annesinin itirazlarına rağmen önce Manastır Askeri İdadisi’ni ve sonrasında da Mektebi-i Harbiye-i Şahane (Kara Harp Okulu)’nu bitirerek 1902 yılında Teğmen rütbesiyle mezun olur. Ardından Erkan-ı Harbiye Mektebi'ne (Harp Akademisi) devam eder ve 11 Ocak 1905'te Kurmay Yüzbaşı rütbesiyle mezun olur.

Öğrencilik hayatı neticesinde Bir Osmanlı Askeri olarak göreve başlayan Mustafa Kemal Osmanlı coğrafyası üzerinde batıdan doğuya kuzeyden güneye birçok yerde çeşitli görevlerde bulunmuştur. Balkan Savaşlarında ve 1. Dünya Savaşı’nda çeşitli cephelerde mücadele etmiş, bu görevleri esnasında gösterdiği başarılar ile hem yakın çevresinde hem Padişah nezdinde büyük takdir toplamıştır. Balkan savaşları sırasında Yarbay, 1. Dünya Savaşı esnasında ise önce Albay ve sonrasında da Tuğgeneral rütbelerine yükseltilmiş ve böylece Paşalık unvanını almıştır.

Birinci Dünya Savaşı’nın ortaya çıkardığı sonuçlar Osmanlı Devleti’ni adeta yok olmanın eşiğine getirmişti. Yapılan anlaşmalar Osmanlı aleyhine çok ağır hükümler içeriyordu. Mustafa Kemal ve birçok yakın arkadaşı yapılması gerekenin Anadolu’dan başlayarak yeni bir Milli Direniş hareketinin başlatılması olduğunu düşünmekteydi. Bu doğrultuda 19 Mayıs 1919 tarihinde Padişah fermanıyla birlikte silahlanan Türkleri silahsızlandırmak ve Hristiyan vatandaşları korumak amacıyla geniş yetkiler ile Samsun’a gönderilmesi ile bu amacına doğru yol almaya başlar.

Sonrasında Milli Mücadele dönemi başlar. Şehir şehir özgürlük mücadelesine başlamış olan Türk Milleti Mustafa Kemal önderliğinde tek çatı altında toplanır. Onun Milletine olan bağlılık ve sevdası, Askeri ve Siyasi dehasıyla birleşince ve Türk Milleti de bu mücadeleye ortak edilince olmaz denilenler olur mucizeler gerçekleşir. Misak-ı Milli sınırları içinde ülke bütünlüğünü korumak, milli egemenliğe dayalı, tam bağımsız yeni bir Türk devleti kurmak için Büyük Millet Meclisi tarafından yönetilen, çok cepheli bir savaş başlar. Tarihte eşine zor rastlanacak bir mücadeledir bu, Allah’ın yardımı ve Tür Milleti’nin mücadele gücü ve Mustafa Kemal Atatürk’ün zekâsı ile başarıya ulaşacak bir İstiklal Mücadelesi.

Savaşlar, mücadeleler ardı ardına gelen zaferler ve anlaşmalar. Nihayetinde Hıristiyan-Avrupa amacını kısmi olarak da olsa gerçekleştirmiş 600 yıllık Cihan Devleti yıkılmıştır. Ancak Türk Milleti’ni Anadolu’dan söküp atma veya en azından esaret altında tutma girişimi hayal kırıklığı ile sonuçlanmıştır. Kendisine layık Liderlerle tarih boyunca destanlar yazan Türk Milleti, 20. Asrın başında yine bir Lider önderliğinde yeni bir destan yazmıştır.

23 Nisan 1920’de Ankara’da TBMM kurulur, 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet ilan edilir ve yeni Türk Devleti’nin adı ve yönetim şekli TBMM’de görüşülerek resmen ilan edilir; Türkiye Cumhuriyeti Devleti…

Mustafa Kemal’in Selanik’te başlayan yolculuğu Ankara’ya kadar uzanmıştır. Bu yolculuk Türk Milletine duyduğu sevda ile Ülkülerinin ardına takılan ve bu yolda, zekâsı, çalışkanlığı, azmi ile önüne çıkan her engeli aşan, başarısına, mutluluğuna, kavgasına milletini de ortak eden bir liderin, bir Türk Milliyetçisinin, bir Ülkücünün, bir Mustafa Kemal Atatürk’ün yolculuğudur.

Atatürk Ülkücü bir liderdir. Atatürk’ün en büyük Ülküsü, Türk Milletinin “En medeni ve refah seviyesi yüksek bir millet olarak varlığını yükseltmek” olmuştur.

Bencil değildi, yaptığı ve başardığı işlere hep yanındakileri ve Milletini ortak etti.

Atatürk’ün en önemli özelliği vatanseverliğiydi. Vatan savunması sırasında her türlü fedakârlığın gösterilmesi gerektiğine inanmış ve bu doğrultuda defalarca ölümlerden dönmüştür. Ona Çanakkale’de Anafartalar Kahramanı denilmesi vatan savunmasındaki gözü karalığının bir sonucudur.

Belli bir çalışma disiplinine bağlı olarak ve acelecilik etmeden sabırla çalışırdı. Yapacağı şeyleri iyice irdeler ve son aşamada uygulamaya geçerdi.

Atatürk olayları tahlil etme noktasında yaradılıştan gelen bir yeteneğe sahipti ve bu da ona ileri görüşlülük dediğimiz bir vasıf veriyordu. Örneğin Sovyetler Birliği ile ilgili olarak söylemiş olduğu şu sözler bu vasfın ürünüdür. “Bu gün Sovyetler Birliği dostumuzdur, komşumuzdur, müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat yakında ne olacağını kimse kestiremez. Tıpkı Osmanlı gibi, tıpkı Avusturya-Macaristan gibi parçalanabilir, ufalanabilir. Bu gün elinde sımsıkı tuttuğu milletler avuçlarından kaçabilirler. Dünya yeni bir dengeye ulaşabilir. İşte o zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir. Bizim bu dostumuzun idaresinde dili bir, inancı bir, özü bir kardeşlerimiz vardır. Onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız. Hazır olmak yalnız o günü susup beklemek değildir. Hazırlanmak lazımdır. Milletler buna nasıl hazırlanır? Manevi köprüleri sağlam tutarak… Dil bir köprüdür; tarih bir köprüdür, inanç bir köprüdür. Köklerimize inmeli ve olayların böldüğü tarihimiz içinde bütünleşmeliyiz. Onların bize yaklaşmasını ekleyemeyiz. Bizim onlara yaklaşmamız gerekir.

Ömrü boyunca uykuyu hiç sevmedi, onu boşa harcanmış zaman olarak değerlendirdi ve gecelerini çalışmayla geçirdi. Cephede savaşırken dahi elinden bırakmadığı kitaplar onun en yakın arkadaşlarıydı. Ömrü boyunca çeşitli dillerde 4000'e yakın kitap okumuştur. Çocukluğunda başlayan kitap tutkusu, savaş zamanı cephede bile sürdü. Sırtından üniformayı çıkarıp sivil hayata geçince okumaya ayırdığı zaman daha da arttı. 'Kitap okumasaydım bu yaptıklarımın hiçbirini yapamazdım' diyordu.

Atatürk açık sözlü bir liderdi, doğru olanı söylemekten asla çekinmezdi, yapacağı işlerde de hep istişarelerde bulunurdu. “Ben düşündüklerimi, daima halkın huzurunda söylemeliyim, yanlışım varsa halk beni tekzip eder.”

Atatürk gerçeği aramayı, gerçeği araştırmayı ve gerçeği konuşmayı severdi. Bu doğrultuda akıl ve bilimi önemserdi. Karşılaştığı olaylara bir bilim adamı tarafsızlığı ile bakar ve doğru olanı, gerçek olanı bulmaya çalışırdı. “Akıl ve mantığın halledemeyeceği mesele yoktur.” derdi.

Atatürk hem iyi bir fikir adamı, hem iyi bir askerdi. İyi bir teorisyen ve iyi bir uygulayıcıydı. Eğitime önem verirdi kendisine ait bir Geometri kitabı vardır, yine birçok kelimenin Türkçeleştirilmesinde de birebir rol almıştır.

O bir Liderde olması gereken vasıfları tamamıyla taşıyordu. Milletinin değerlerini bilen ve sahiplenen muhafazakâr yapısıyla beraber, çağın gelişmelerinden de haberdar olan çağdaş bir insandı. İnsanlarla ilişkilerde önyargısız, nazik bir bey efendi, mantıklı, çalışkan bir asker dürüst ve açık sözlü bir insandı.

Ölümünün ardından gerek yurt içinde gerekse yurt dışında yayınlanan mesajlara ve verilen demeçlere baktığımızda onun büyüklüğünü daha iyi anlıyoruz. Aradan geçen onca yıla rağmen halen sözleri, ilkeleri dünyanın birçok köşesinde benimseniyor, insanlara öncülük ediyor.

"İki Mustafa Kemal vardır. Biri ben, fani Mustafa Kemal; diğeri milletin içinde yaşattığı Mustafa Kemaller idealidir. Ben onu temsil ediyorum. Herhangi bir tehlike anında ben ortaya çıktımsa, beni bir Türk anası doğurmadı mı, Türk anaları daha nice Mustafa Kemaller doğurmayacaklar mı? Feyz milletindir, benim değildir."

Benim yaradılışımda bir fevkalâdelik varsa, o da TÜRK olarak dünyaya gelmemdir.”

“Bu memleket, dünyanın beklemediği, asla ümit etmediği bir müstesna mevcudiyetin yüksek tecellisine, yüksek sahne oldu. Bu sahne 7 bin senelik, en aşağı bir Türk beşiğidir. Beşik tabiatın rüzgârlarıyla sallandı. Beşiğin içindeki çocuk tabiatın yağmurlarıyla yıkandı. O çocuk tabiatın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından evvela, korkar gibi oldu; sonra onlara alıştı; onları tabiatın babası tanıdı onların oğlu oldu. Bir gün o tabiat çocuğu tabiat oldu; şimşek, yıldırım, güneş oldu; Türk oldu. Türk budur. Yıldırımdır. Kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir.

       Ve 1881’de dünyaya ayak basan bu yiğit Türk 57 yıllık destansı bir hayatın ardından bundan 72 yıl önce 10 Kasım 1938 tarihinde Hakka yol alarak ayrıldı bu cihandan. Giderken de ardında çağlar boyu var olacak koca bir miras bıraktı. Mirasına ve emanetine hakkıyla ve layıkıyla sahip çıka bilmek duasıyla…

           Ruhu Şad, Mekânı Cennet olsun…