Bu çalışma Ülkü Ocakları Eğitim ve Kültür Vakfı Dergisinin Nisan 2010 sayısında yayımlanmıştır...
ŞANLI BİR BAYRAK...
“BAŞBUĞ ALPARSLAN TÜRKEŞ”
TÜRKEŞ…
Türk’e âşık, Türklüğe âşık…
Çilesi, neşesi Türk; hüznü
Türk sevinci Türk,
Gözden akan damlalar; yüzünde
gülüşü Türk...
Türk
Milleti tarih boyunca birçok Liderler yetiştirmiş ve tarih sahnesindeki o büyük
başarıların neredeyse tamamını iyi, doğru ve bilgili Liderler ile elde
etmiştir. Kür Şad, Bilge Kağan, Mete Han, Alparslan, Fatih, Timur, Yavuz, Abdülhamit,
Atatürk... Yazmayı bir tarafa bırakalım saymanın bile mümkün olmadığı daha nice
Kaanlar, Hakanlar; Hanlar, Sultanlar; Reisler, BAŞBUĞLAR... Kıymetleri
ölçülemeyecek, paha biçilemeyek yiğit Alpler, Erenler, yiğit Ülkücüler…
Farklı
zamanlarda, farklı hal ve şartlarda yaşamış, mücadele etmiş ve dünya denen
yalan mekândan göçüp gitmiş bu Liderlerin söylemlerine, hayatlarına ve
çabalarına bakalım. Nedir ortak yönleri, ortak hedefleri? Yaradan’ın
buyruklarına boyun eğmiş, Milletin bekası için başlar eğdirmişler… Yıllar,
yüzyıllar önce kara toprağın bağrına yol alan bu yiğit kişilerin ruhları, halen
bizlere ışık olup yol göstermekte... Allah Milletimizi ışıksız bırakmasın...
İşte o ışık
olanlardan, yol gösterenlerden biri; işgal altındaki Vatan topraklarından
başlayıp, Dünya Türklüğünün Başbuğluğuna uzanan; 80 yıllık uzun, çileli ve
kutlu bir yolun, yılmayan, yorulmayan yolcusu; Alparslan TÜRKEŞ.
Daha, küçük
yaşlarda aldığı aile terbiyesine, değerli hocalarının ve işgal altında
yaşamanın etkileri de eklenince o küçücük bedende kocaman Ülküler yeşermiş...
Allah rızasına kavuşmak, Türklüğü eski şanına yeniden ulaştırmak ve tüm
insanlığa huzur getirmek hedefiyle yalansız ve riyasız bir besmele çekerek
başlamış yol almaya...
Esareti ta
damarlarına kadar yaşayan, esir Türk yurdundan Anavatana göçerek Türk’ün
esaretine son vermek üzere mücadeleye başlayan ve bunu yaparken de düsturunu “Her şey Türk için, Türk’e göre ve Türk
tarafından” olarak belirleyen Başbuğumuz... Türk’e dair her şeye
karşılıksız saygı, sevgi ve muhabbet besleyen bu yüce insanın, Başbuğ’un
Liderliği…
LİDERLİK NEDİR?
Bu sorunun
cevabını doğru anlamakta, doğru anlamlandırmakta fayda var;
“Uzaklardan bir bedevi şehre gelir ve ‘Muhammed
nerede onu tanımaya ona tabi olmaya geldim.’ der. Tarif ederler, gösterirler
evi, girer kapıdan içeri. İçerde bir kalabalık, oturmuş sohbet ediyorlar,
ayakta bir kişi misafirlerine su ikram ediyor.
‘Son Peygamber Muhammed hanginizsiniz?’ der
adam. Kimseden ses çıkmaz. Alçakgönüllülük abidesi Allah Resulü, ‘Peygamber benim!’ demez; diyemez,
nefsim okşanmasın diye. Sahabe ağzını açmaz, açamaz Lider konuşmadı diye. Adam
dayanamaz tekrar sorar ‘Efendiniz kim, Lideriniz kim sizin?’ ve Ahlak Abidesi
şöyle buyurur;
‘Toplumun
Reisi, Efendisi; Topluma hizmet edendir.’ ”
İşte bizim
Liderlik anlayışımızın en güzel ifadesi, Allah Resulünün bu Hadis-i Şeriflerinde
gizlidir. Ulu Önder Atatürk’ün Cumhuriyetin ilk yıllarında söylediği “Köylü
Milletin efendisidir.” sözü de aslında bu Hadis-i Şerifin vermek
istediği mesajın o dönemki şartlara uyarlanışı değil midir?
Rahmetli
Başbuğumuzun Liderlik anlayışı da buradan hareketle ortaya çıkmıştır. O Efendi
olmaya Lider olmaya meraklı değildir, böyle bir hevesi de yoktur. Tek amacı,
tek gayesi Milletine hizmet etmek, Milletini mutlu ve huzurlu kılmaktır. Mevki
makam asıl amaca ulaşılmakta kullanılacak araçlar dışında bir anlam ifade
etmemektedir. Bunu 30 Temmuz 1965’te Genel Başkan adayı olarak katıldığı CKMP Kurultayında
yaptığı konuşmada kendisi de ifade etmiştir; "Ben bir makam, mevki için aranıza gelmiş değilim. Bana hangi
görevi verirseniz, seve seve onu kabul eder, yaparım. Bir nefer olarak, bir er olarak
aranızda çalışmaya geldim.”
Evet,
gelmiştir nihayet. Esaret altındaki Türklere özgürlük, ezilen Müslümanlara
kurtuluş, Mazlum Milletlere umut olmaya gelmiştir. Emperyalizmin her türlüsüne savaş
açmaya, kafa tutmaya gelmiştir. Hücrelerden çıkmış, sürgünlerden dönmüş; tırnakları
çekilmiş, işkenceler görmüştür. Yine de asla yılmamış, asla pes etmemiş yoluna
ve yolculuğuna kaldığı yerden devam etmeye gelmiştir...
Merhum Alparslan Türkeş’in Liderlik
yolculuğunu 1960 öncesi ve 1960 sonrası dönem olmak üzere ikiye ayırmamız
mümkündür.
1960 ÖNCESİ
DÖNEM…
25 Kasım 1917 ve 27 Mayıs 1960 tarihleri
arasındaki dönem Alparslan Türkeş için Liderliğe giden yolun hazırlık ve
başlangıç aşaması veya diğer bir ifade ile hamlıktan kurtulduğu, piştiği dönem olarak
değerlendirilebilir.
Çocuk yaştan başlayarak hayallerinin peşinden
gitmiş... Doğduğu, büyüdüğü diyarlardan göç etmek zorunda kalmış... Sevdiği ve
istediği gibi asker olmuş... Büyük ve bilgili insanlarla yaptığı sohbetlerle,
okuduğu kitaplar ve değerli eserlerle fikri ve düşünsel hayatını
zenginleştirmiş...
“İç düşman olan, kılık değiştirerek milletin içine giren ve
hükümetin gafletinden yararlanan komünizme karşı Türkçü gençlerin bir uyarma
yürüyüşüdür.” şeklinde ifade ettiği 3 Mayıs yürüyüşüne katıldığı
için, hücrelere atılmış,
tırnakları çekilmiş, vatan hainliği ile suçlanmış...
Askerlik görevinde yükselmiş, başarıları ile
Türk Genelkurmayı tarafından eğitimlere gönderilmiş, Türk Genelkurmayını
defalarca yurt dışında temsile yetkilendirilmiş...
Nihayetinde tarihlerin 27 Mayıs 1960’ı
gösterdiği ihtilal gününe, fikri ve düşünsel donanımını yüksek ve zengin bir seviyeye
ulaştırmış, mesleki başarı ve büyük bir itibar kazanmış ve Liderlik
özelliklerini keşfetmiş bir şahsiyet, bir “Kudretli Albay” olarak
gelmiştir Alparslan Türkeş.
1960
SONRASI DÖNEM…
Takvimlerin
27 Mayıs 1960'ı gösterdiği gün, Türkiye'nin tarihinde ve Alparslan Türkeş'in
hayatında önemli bir dönüm noktasıdır. Alparslan Türkeş için ilk ciddi Liderlik
sınavıdır bu. İhtilal grubuna sonradan
katılmasına ve alt rütbeli bir subay olmasına rağmen kısa sürede idareyi eline
alarak ihtilal planını kurgulamış ve başarıyla uygulayarak kansız bir ihtilal
gerçekleştirmiştir. Ayrıca 27 Mayıs 1960 sabahı, radyodan kendi eliyle
hazırladığı ihtilal bildirisini okuyan ince, uzun boylu, gür siyah saçlı, çatık
karakaşlı, kara gözlü ve henüz 43 yaşındaki, tok sesli genç Kurmay Albay da
Alparslan Türkeş’tir.
İlk
bakışta, ihtilalin sözcüsü gibi görünen bu Albay aslında ihtilal kadrosunda geleceğe
dönük plan ve programı olan ve aynı zamanda da Liderlik vasıfları taşıyan yegâne
kişidir ve gerçekte ihtilalin bir numaralı adamı, ‘Kudretli Albay’ı, fiili
lideridir:
"27
Mayıs İhtilali’nin fiili lideri bendim. General olmamama rağmen, fiili liderliği ben yaptım."
Türkeş, ihtilalin
fiili lideridir, ancak bazı arkadaşlarının Çankaya Köşkü'ndeki boşluğu
doldurmak için, arayışa geçtiklerini ve Cemal Madanoğlu'nun, İsmet Paşa'yı
Çankaya Köşkü'ne oturtmak için çaba harcadığını öğrenir ve bu duruma karşı
aldığı tavır ve sonrasında yaşanan gelişmeler, fikir ayrılıkları ne yazık ki on
dörtler olarak bilinen ve liderliğini Alparslan Türkeş’in yaptığı grubun Milli
Birlik Komitesi’nin diğer üyelerince emekliye sevk edilerek tasfiye edilmelerine
ve zorla evlerinden alınarak yurtdışında görevlendirilmek suretiyle sürgüne gönderilmelerine
neden olur...
27 Mayıs
Alparslan Türkeş’in Türk Siyasi hayatına bir daha çıkmamak üzere girdiği günün
adıdır ve Başbuğluğa giden yolda önemli bir mesafe taşı, önemli bir tecrübedir:
“Ben,
27 Mayıs tecrübesini geçirdikten sonra o kanaate vardım ki, ihtilâl yoluyla
memlekete hizmet etmek mümkün değildir. Ne kadar eksik, ne kadar aksayan
tarafları olursa olsun, hukuk yoluyla bir memlekete, bir millette hizmet, en
iyi yoldur. İhtilâl otoriteyi yıkar, anarşi başlar. Bu anarşiyi durdurmak,
yeniden düzeni ve otoriteyi kurmak çok güç bir meseledir ve memleket bundan
zarar görür. Bunun ben içinde bulundum, fiilen yaşadım.
Memleketin
aydınlarına, vatansever insanlarına tavsiyem şudur:
‘En kötü
hukuk nizamı, en iyi ihtilalden daha iyidir.’ ”
SÜRGÜN DÖNÜŞÜ…
Yönetimi
elinde bulunduranlarca Alparslan Türkeş’in Türkiye'ye dönmesine iki yılı aşkın
bir süre müsaade edilmez. Türkeş'in 815 günlük sürgün hayatı 22 Şubat 1963'de
sona erer. Hindistan'dan ailesi ile birlikte Lübnan'a gelen Türkeş burada eşi
ve çocuklarını Beyrut'tan Ankara'ya gönderir. Kendisi önce İsviçre'de Dündar
Taşer’le daha sonra Bern, Brüksel ve Paris'e geçerek 14'ler grubunun diğer
mensuplarıyla buluşur. Avrupa'da bulunduğu süre içinde arkadaşlarıyla yaptığı
görüşmelerde daha çok Türkiye'de takip edecekleri siyasetin nasıl olması
gerektiği üzerinde fikir yürütürler.
Bu
görüşmelerden sonra Muzaffer Özdağ ile Türkiye'ye doğru yola çıkarlar.
Yugoslavya'ya geldiklerinde Muzaffer Özdağ'ı Bulgaristan üzerinden Türkiye'ye
göndererek, kendisi Üsküp, Makedonya üzerinden Selanik’e geçer. Burada Batı
Trakya Türkleri ile çeşitli görüşmeler yaptıktan sonra nihayet 22 Şubat 1963
günü Kapıkule'den giriş yaparak Edirne'ye gelir. Edirne'de Muzaffer Kaplan ve
kalabalık bir vatandaş topluluğu tarafından karşılanır ve kafile hâlinde
İstanbul'a ulaşırlar. İstanbul'da basın toplantısı yaparak daha önce hazırlamış
olduğu "Millete Beyanat" adlı metni Türk milletine sunan Alparslan
Türkeş 24 Şubat'ta Ankara'ya gelir.
27 Mayıs İhtilalinin
“Kudretli Albayı” Alparslan Türkeş sürgün dönüşünde artık bir Sivil Lider
olarak sahnededir. Amacı, tutulduğu Millet Sevdasının gereğini yapmaktır, tıpkı
Asker iken yaptığı gibi. Bu doğrultuda yapılacak ilk iş aynı fikre sahip ve
aynı hedefe yönelmiş olanları bir araya toplamak ve aralarında sıkı bir bağ
kurmak olacaktır.
Yayınladığı
bildirilerde, köken, din, dil ve benzeri hiçbir ayrım yapmaz, Milleti her bir
parçası ile bir bütün kabul eder ve bu bütünlüğü önemser Alparslan Türkeş,
çünkü o küçük ayrımların, siyasi kavga ve rantın adamı değildir, siyaset üstü
bir şahsiyettir. Bütün Türk Milleti’ni sevmedikçe gerçek bir Milliyetçi
olunmayacağını herkesten iyi bilmektedir:
“Birbirimize
karşı davranışlarımızda, daima karşılıklı sevgi, saygı ve hoşgörürlük duygusu
hâkim olmalıdır.
Aziz
vatandaşlarım;
Türk
Milleti bölünmez, kutsal bir bütündür.
Bizler
belirli bir fikir ve davayı temsil ile onun bayrağını taşıyan insanlarız. Bizi
şu veya bu siyasî kuruluşa izafe etmek yerine bütün bir milletin sadece hadimi (hizmetçisi)
olarak kabul etmek gerekir.”
İkinci
olarak yapılması gereken aynı hedefe yönelenler için bir yol haritası
hazırlamaktır. Aynı hedefe yol alanların aynı kaynaktan beslenmeleri gerekir ki
ayrılıklar, yoldan sapmalar olmasın. Bu doğrultuda doktriner görüş “Milli Doktrin; Dokuz Işık” çıkar
ortaya. Bilimselliğe, gerçekliğe ve Türk Toplumunun ahlaki, kültürel, ekonomik
ve sosyal özelliklerine uygun bir reçetedir aslında bu ve her bir maddesi
Alparslan Türkeş’in Liderlik vasıflarını işaret etmektedir:
Onun Milliyetçiliği ; Vatanına, Milletine, Devletine
ve bu terimlerin kapsadığı her varlıksal gerçekliğe duyulan karşılıksız sevgi,
saygı ve muhabbet ve tabi ki sadakati ifade etmektedir.
Onun Ülkücülüğü ;
Sevilen, sayılan ve sadakatle bağlı olunan Devleti, Milleti, Vatanı bölmeden,
ayrıştırmadan, parçalamadan; her türlü zorluğu göze alarak ve her türlü engeli
aşarak; en güçlü, en huzurlu, en mutlu ve en müreffeh seviyelere taşımaktır.
Onun Ahlakçılığı ;
Türk Milleti’nin, dinini, töresini en doğru bir şekilde öğrenmesini, en doğru
bir şekilde anlamasını ve en doğru bir şekilde ve rahatça yaşamasını sağlamaktır.
Onun Toplumculuğu ; Toplumu;
sınıflara, gruplara ayırmadan bir bütün kabul ederek birbiriyle çatıştırmadan,
kavga etmeden ve ettirmeden, birbirlerine düşmanlaştırmadan dayanışmacı ve
uyumlu bir anlayış etrafında bir araya toplamak ve hiç bir kimsenin elindeki
güç ile kendisi dışındakileri ezemeyeceği bir sisteme kavuşturmaktır.
Onun İlimciliği ; Karşısına gelen sorunlar
karşısında, tarafsız, ön yargısız ve art niyetsiz, ilim kaynaklı çözümler
bulmaya çalışmaktır.
Onun Hürriyet ve Şahsiyetçiliği ; Başta Milleti’nin ve bununla
beraber tüm insanlığın hür olması için uğraşmak, emek sarf etmek, ter
akıtmaktır ve insanların yüksek bir şahsiyet, yüksek bir karakter sahibi
olmasını temin etmeyi amaçlamaktır.
Onun Köycülüğü ;
Milletin Efendisi olana, hakkını iade etmek, onu ve beraberinde bütün bir
Milleti mutlu ederek Türk Milleti’nin kalkınmasını ve huzurunu tesis etmektir.
Onun Gelişmecilik ve Halkçılığı ; Kökünden kopmadan, yerinde saymadan,
durmadan, yorulmadan daha iyi ve daha ileri bir seviyede bir Türk Milleti, bir
Türk Devleti inşa etmektir.
Onun Endüstri ve Teknikçiliği ; Milletler Mücadelesinde Türk
Milleti’ni ve Türk Devleti’ni diğer Milletlerin daha ilerisine taşımak, bilim
ve teknolojide ilerlemesini sağlamaktır...
Ülkü Kervanını toplanır, yönü belirler ve
yola koyulurlar. Sırada Türk Milleti’nin gönlündeki ve zihnindeki işgale karşı
bir fetih hareketine girişmek vardır. Bunun adını ise “Gönül Seferberliği”
koyar. Tıpkı kendisinden önceki; Atalar, Sultanlar, Başbuğlar gibi o da
gönüllerden başlar fethetmeye;
“Kalkınma için 9 Işık’ın başta düşündüğü
çare her şeyden evvel insanlarımızı, milletimizi uyandırmak; Milli Ülkü ile
doldurarak Gönül Seferberliği yapmaktır.
Gönül Seferberliği yapılmadıkça, Türkiye’nin
bütün davalarının çözülmesi için büyük atılımlar sağlanması mümkün olamaz.”
Türk Milleti’nin geçmişten bugüne kadar varlığını
sürdürebilmesini, Türk olarak gelmesini, gelebilmesini sağlayan, Türkiye
Cumhuriyeti’ni kuran ve onun devamlılığı için mutlak surette gerekli olan fikir,
yani “Türk
Milliyetçiliği” yeniden sahaya
inmiştir, Alparslan Türkeş liderliğinde.
Bu durum rahatsız eder Türk-İslam Âleminin
düşmanlarını. Son birkaç yüzyıldır zımni veya aleni olarak egemenlikleri
altında tuttukları bu âlemin yeniden dirilişi ürkütür onları ve bu dirilişi
kırmak için yeniden sahnelerler oyunlarını...
Ardından Kılıçkıranlar, Özmenler, İmamoğlular,
Önkuzular, Sarıcalar, Bakışlılar, Dereler, Sazaklar, Coşkunerler ve daha nice Bozkurt gönüllü yiğitler Hakka
yürür. Başbuğ için onların kimileri dostum dedikleridir, kimileri evladım…
Gönlü daralır, sinirleri gerilir, sabrı taşma noktasına gelir ama o vakarlı
duruşunu bozmaz. Kara eylüllerde karanlık beyinliler kara günler çektirirler.
Onca çileyi ve zulmü çeker, onca dostunun, evladının üzüntüsünü yaşar ama pes
etmez daha önce yaptığı gibi kaldığı yerden devam eder.
Kıbrıs’ta başlayan yolculuğunda; öğrenci,
asker, bürokrat, siyasetçi olmuş, muhalefet olmuş, iktidar olmuş... Ama hiç bir
konum hiç bir makam onu hedefinden saptıramamış, yolundan ayıramamıştır. Allah Kelamını
rehber edinmiş ve Ülkülerine ulaşma gayesiyle gün olmuş koşmuş, gün olmuş
yürümüş, bazen yorulmuş ama vazgeçmemiş. Ve bir gün vade gelmiş, bir zamanlar küçücük
bedeninde kocaman Ülküler yeşertmiş, Allah rızasına kavuşmak, Türklüğü eski
şanına yeniden ulaştırmak ve tüm insanlığa huzur getirmek hedefiyle yalansız ve
riyasız bir besmele çekerek yol almaya başlamış, o beden bir şehadet kelimesi
ile göç eylemiş dünyadan, kendisinden önceki o kutlu Liderler gibi...
LİDERLİK ÖZELLİKLERİ...
Dünyanın ve Milletimizin yetiştirdiği birçok
Lider şahsiyet gibi Alparslan Türkeş’i de belli başlı özellikler ile açıklamak
ifade etmek, daha doğru bir söylemle sınırlamak imkânsızdır. Bu bağlamda Başbuğ’un
bütün Liderlik özelliklerinden değil de bazı özelliklerinden bahsedecek
olursak;
Başbuğ en
başta taşıdığı canın Allah’tan bir emanet olduğunu ve günü geldiğinde “Sana verilen bu emaneti nasıl
değerlendirdin?” sorusuyla karşılaşacağını bilen; insan olmanın, kul
olmanın sırrını çözmüş gönlü sevgi ve imanla dolu bir insandır.
Çalışkandır,
azimlidir, içtendir...
Adildir, bilgilidir,
sabırlıdır, imanlıdır ve inançlıdır...
Cesurdur,
gözü karadır, güçlü bir irade sahibidir ve erdemlidir...
Tevekkül
sahibidir ve görev adamı bilincine erişmiştir...
Kin tutmayan
bir gönlü, yapılanları unutmayan bir zihni vardır...
Gecesiyle
gündüzüyle tüm vaktini Ülküsüne adayan bir dava adamıdır...
İyi bir
idareci, iyi bir Ülkücü, iyi bir insandır...
Taviz
vermeyen, eğilmeyen bükülmeyen, her ortamda, her şart altında hak olanı savunan
bir tavır adamıdır...
İleri
görüşlüdür, özü sözü birdir, yalan dolan bilmez...
Siyasi
emelleri insani değerlere tercih etmez...
Ahlakından,
davasından, Türklük ve İmanından ödün vermez...
Daha birçok
özellik saymak mümkündür. Fikirleri ile bayrak olmuş insanları anlatmak güçtür.
Fikirleri, düşünceleri kalıba oturtamaz, onları sınırlara hapsedemezsiniz ve
tabi ki onları ortaya koyan şahsiyetleri de... Sınırlara, kalıplara, yazılara, kitaplara,
günlere, aylara, yıllara, çağlara sığmayan bir Lideri anlatmak, anca bu kadar
mümkün...
Bir nisan
ayında yolcu eyledik Başbuğu... Bedeni kara toprakta, Ruhu göklerde, fikri ve
emaneti bizlerde...
“Emanet
olan davayı kucakladım. Hiç arkaya bakmadan tereddütsüz, hiç
bir şeye aldırmadan yürüyorum, ileriye doğru yürüyorum. Hızlanıp koşmak gayreti
içindeyiz; koşacağız. İleriye gittikçe geride kalmayıp beni takip edin! Bu
mücadelede herhangi bir sebeple ben düşersem; Bayrağı kapın, daha ileriye
gidin!...” diyordu.
O emanete,
o davaya, o bayrağa layık olabilmek duasıyla...
NE MUTLU TÜRK’ÜM DİYENE!